Select Language EN / TR
Şahin Paksoy

Şahin Paksoy

Ressam, Heykeltraş, Koleksiyoner

“Biz koleksiyoner olarak bazı eserleri kurtarabildik, gelecek nesillerin görmesini sağlayabildik diye düşünüyorum.”

04 Kasım 2019

Güzel Sanatlar Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyken başlayan koleksiyon tutkusu Şahin Paksoy’un elinin binlerce esere dokunmasını sağlamış. Pişmiş toprak, tasavvuf, hat sanatı, halı-kilim, cam altı eserleri ve Türk Kahvesi objelerine büyük bir aşk duymuş ve bu alanlarda zengin koleksiyonlar oluşturmuş. Şahin Paksoy ile pişmiş topraktan başlayarak Türk Kahvesi Objeleri Koleksiyonu’na uzanan yolculuğunu konuştuk.

 

Adana, Ceyhan’da doğmuşsunuz? Bu coğrafya sizi nasıl etkiledi?

 

Adana ve etrafı çok ilginçtir. Ağırlıkta tarımla uğraşan bir ailenin çocuğu olduğum için çocukluğum çiftlikte ve çiftlik yollarında, doğa içinde geçti. Ve yaşadığımız bölgenin etrafı resmen bir tarihti. Ceyhan’ın etrafındaki Yılankale, Misis, Ayas, Yumurtalık muhteşem güzellikteki tarihi yerlerdir. Buralarda büyüdüm, arkeolojik eser parçalarının arasında top oynardık.

 

Aslında bu çocukluk sizi koleksiyonerliğe mi yöneltti?

 

Muhakkak bir etkisi var ama bence sonradan koleksiyoner olunmuyor. Sanırım ben koleksiyoner doğdum. Ceyhan gibi tarihi bir coğrafyada yaşadığım için de çok küçük yaşlarda tarihe yöneldim.

 

Ailenizde, sizden önceki kuşaklarda koleksiyoner var mıydı?

 

Annemin babası Hulusi Bey, Karacaoğlan şiirleri ve ezgileri koleksiyonu yapardı; onları bir deftere not ederdi. Köylerden gazelhanları getirtirdi. Rakı masaları kurardı ve bu gazelhanlara davul ve zurnalarla Karacaoğlan gazelleri okutur ve bunları not ederdi.

 

Bu, koleksiyonerliğe başlamanızda etkili oldu mu?

 

Toprağından beslenme konusunda çok faydalı oldu. Ben Anadolu insanının elinin değmediği, içinde ezgi ve gelenek olmayan; o geleneğin içinde yoğrulmayan hiçbir şeyi toplamadım. Yaptığım tüm koleksiyonlar için bu geçerli. Türk Kahvesi Objeleri Koleksiyonu’mda Anadolu ustalarının elinin değmediği hiçbir şeyi almadım. Cam Altı Koleksiyonu’mda da böyle. Hep halk sanatçılarının modern sanatı nasıl keşfettiklerine ve nasıl yorumladıklarına baktım.

 

Güvencinlere çok özel bir tutku beslediğinizi biliyorum. Güvercinlere olan ilginiz sizi koleksiyonerliğe nasıl yönlendirdi?

 

Benim büyüdüğüm şehirde insanlar güvercin beslerdi. Güvercin beslemenin kutsal olduğuna da inanılırdı. Hala Adana’nın evlerin yarısında güvercin beslenir. Ben de çok küçük yaşlarda ilgilenmeye başladım. Irkı takip ettim, onun genlerini araştırdım. Hangi kuşçuda o kuşun dedesi var, kızkardeşinden doğma güvercinler nerede derken detaylı bir araştırmaya girdim. Sonunda çok özel bir gene ulaştım. Hala o geni besliyorum. Adana’daki çiftliğimizde ailem ilgileniyor, ben eskisi gibi çok gidemiyorum. Herkes şu anda o kanı beslemek istiyor. Londra’dan bir kuş meraklısı aradı, “size açık bir çek göndereyim şu kuşun bir yavrusundan bana bir tane verin lütfen” diye. Gönderdim bedava. Riyad’dan aradılar “Çok meraklıyım, bugüne kadar müthiş paralar harcadım ama herkes seninkinden bahsediyor, rakamın dili yok. Bana bir dişi bir erkek yollar mısınız” dediler. Bir çift gönderdim.

 

Güvercinlerden sonra ilk koleksiyonunuza neyle başladınız? Nasıl yol aldınız?

 

Arkeolojik eserlerle başladım. Üniversitedeyken Topkapı’da bit pazarı olduğunu öğrendim, 1974 yılıydı. Pazar sabahları bit pazarına gitmekten inanılmaz zevk alıyordum. Cebimde ne kadar para varsa orada harcayıp yürüyerek eve geliyordum. Ama beynim sürekli beni arkeolojiye doğru itiyordu. Bu defa Beyazıt civarındaki Çınaraltı’na gitmeye başladım. Böyle böyle arkeolojik eser toplarken buldum kendimi. Tabii Adana’ya gittiğim zaman çok daha rahat eser buluyordum. Sonra kardeşim Gönül Paksoy’u da koleksiyoner yaptık. Akademide bölüm değiştirip seramik bölümüne geçmiştim. Bu yüzden pişmiş toprak daha cazip geldi bize. Tabii taş veya bronz eser bulmanın zorluğu da vardı. Güzel Sanatlar Akademisi üçüncü sınıf öğrencisiyken başladığım yolculuk beni buralara getirdi.

 

Nasıl bir yolculuktu? Hayal ettiğiniz gibi miydi yoksa başka alanlara mı evrildi?

 

Gördüğüm eserin arkasındaki derinlikleri görmeye başladım. Mesela Osmanlı hat sanatının arkasında Selçuklu sanatını gördüm, onun arkasında ne var derken Sümer’e kadar gittim. Araştırdıkça derinleştim, ilgim daha da arttı. Yaşanmış şeylerin daha samimi olduğunu anladım.

 

Pişmiş toprak koleksiyonunuzdan sonra nereye doğru gittiniz?

 

Toprak kaplardan sonra uzmanlıklar aradım. Hat sanatını ve hat sanatının derinliğini fark ettim. Osmanlı Hat Sanatı bana göre dünyanın ilk modern sanatı. Sonra bu modern sanatı kilimde fark ettim. İnanılmaz bir kompozisyon ve renk uyumu olduğunu gördüm. O renklerin hiçbirinin yerinin yanlış olmaması şaşırtıcı geldi. O dönemde Orta Asya’ya gidip geliyordum. Bu seyahatlerimde halı ve kilimde Orta Asya’daki Yörük Boyları’nın kökenlerini ve motiflerin nasıl buralara taşındığını araştırmaya başladım. Gördüm ki Bizans’ta, hatta daha eski tarihlenen arkeolojik eserlerde gördüğümüz desenler kilimlere taşınmış ve buralarda da üzerine eklemeler yapılarak motiflendirilmiş. Bu bana çok etkileyici geliyordu.

 

Hat sanatı ve kilim koleksiyonlarınız da üniversite yıllarında mı başladı?

 

Önce arkeolojik eser, sonra hat, sonra kilim koleksiyonu yapmaya başladım. Kademeli olarak gitti. Halı ve kilime geçmemde kardeşim Gönül Paksoy’un etkisi çoktur. Gönül doğal boya konusunda uzmandı. Doktorasını doğal boya üzerine vermişti. Halı topluyor ve bu halıların boyalarını inceliyordu. Ben O’ndan etkilendim ve oradaki derinliği Gönül sayesinde gördüm. Gönül koleksiyon yapmadı ama ben müthiş bir koleksiyon oluşturdum. 250 parçadan oluşan bir halı kilim koleksiyonum çalındı. Bu hırsızlık olayı beni biraz yolumdan saptırdı, daha fazla halı ve kilim almamaya başladım. Zaman zaman çalınan kilimlerden bazıları aklıma geliyor, şaşkına dönüyorum. Bazı Avrupa kataloglarında görüyorum, ‘bu bendeydi’ diyorum.

 

Kilimden sonra neler toplamaya başladınız?

 

Kilimden sonra cam altı eserler çıktı. Daha derinlere indikçe meşklere de ilgi duydum, orada Osmanlı Hat Sanatı’nın gücünü gördüm.

 

Siz topladığınız her eserin içindeki sanatı, denge ve harmoniyi görüyorsunuz. Ve bunun peşinden gidiyorsunuz gibi geldi bana. Bütün bu koleksiyonerlik hikayenizde sizi alanında en iyi parçaları toplamaya yönelten duygu neydi?

 

Ben imza peşinde hiç koşmadım. Osmanlı Hat Sanatı Koleksiyonu yapan bazı koleksiyonerler imza topluyorlar ya da ‘cici’ olanı alıyorlar. Ben yorulmamış, sağlam eserleri alma peşinde olmadım. En fazla tenzilatlısını toplamak da bana göre değil. Tabii tenzilat da bir ustalık, tensip de bir ustalık. Ama benim hedefim o hattatın heyecanıyla ilgiliydi, O’nun en iyi eserini toplamakla değil. Hattatın kötü eseri de olur, aynı sanatçının olduğu gibi. Beni asıl heyecanlandıran eserin gücü. Bu güç bakınca birden çağırıyor insanı zaten. Müthiş bir denge ve enerji görüyorsunuz.

 

Cam altı koleksiyonu yapmaya nasıl başladınız?

 

Cam altı resmi koleksiyonum biraz benim sanatçı olmamdan da kaynaklanıyor. Halk resmini çok seviyordum. Halk sanatında insanlar yazı kullanarak resim yapmak zorunda kalmışlar. İslamiyet’te böyle bir kural olmamasına rağmen İslamiyet’in yanlış anlaşılmasından kaynaklanan bir zorunluluk olmuş ve yazıyla resim yapmışlar. Halk sanatçıları herhalde daha kolaylarına geldiği için cama resim yapmayı tercih etmişler. Yazı yazarak hayvan, gemi ya da cami şeklinde resimler yapmışlar. Günaha girmemek için camiyi yazıyla yapmaları, camı boyamaları çok ilginç geldi. Böyle başladım ve diyebilirim ki Türkiye’deki en özel cam altı koleksiyonlarından birine sahip oldum.

 

Toplamaya devam ediyor musunuz?

 

Şu anda değil çünkü benim anlayacağım ölçüde bir cam altı resmi çıktığı zaman fiyatı çok pahalı oluyor. Biz ilk fark edenler olduğumuz için çok uygun fiyata almaya alışmışız. Bir de bir takım kırılmalar oldu, şimdi kırılanları tamir ettiriyorum. Biliyorsunuz cam altı eserlerde imza atan sanatçı nadirdir. Yine de çok aykırı bir eser olursa alıyorum. Birkaç sanatçı var ben onları tanıyorum, eserlerini, kullandıkları malzemeyi, yazı şekillerini biliyorum; onları topluyorum. Onlar da sadece iki sanatçı.

 

Dünyada çok beğendiğiniz koleksiyonlar var mı?

 

Halili Koleksiyonu müthiş bir İslam Eserleri koleksiyonudur. Hiçbir müzede olmayan inanılmaz eserler var koleksiyonda. Yıllar evvel Kâbe’yle ilgili bir sergi açmıştı. Koleksiyoner bir arkadaşım sergiyi Prof. Nasır David Halili ile gezmiş, çok beğenmiş. Bir ahşap mühür görmüş, Kâbe mühürü. Nasır Halili “İşte koleksiyonumdaki en önemli eserlerden birisi bu Kabe mührü” demiş. Arkadaşım beni ziyarete geldi. Bu hikayeyi anlattı. Kalktım ona bir mühür getirdim, “Evet bundan fakat Halili Koleksiyonu’ndaki biraz daha büyüktü” dedi. Bir tane daha getirdim, “Bu Halili Koleksiyonu’ndakinden çok daha güzel” dedi. Türkiye’de koleksiyoner olmaz zor. Çünkü yurtdışında koleksiyonerleri devlet destekliyor. Onları sistem tanıtıyor, sergileme şansı veriyor, mekân veriyor, destek veriyor.

 

Ben yorulmamış, sağlam eserleri alma peşinde olmadım. Hedefim o hattatın heyecanıyla ilgiliydi, O’nun en iyi eserini toplamakla değil. Hattatın kötü eseri de olur, aynı sanatçının olduğu gibi. Beni asıl heyecanlandıran eserin gücü. Bu güç bakınca birden çağırıyor insanı. Müthiş bir denge ve enerji görüyorsunuz.

  

 

Şahin Paksoy Şahin Paksoy Şahin Paksoy
''Herkesin yapısına göre koleksiyoner olması lazım. Resim seviyorsan ve seni en çok etkileyen şey resimse resim toplayacaksın. Hat sanatıysa hat sanatına yöneleceksin.”

 

Türk Kahvesi Objeleri Koleksiyonu’na nasıl başladınız? Yaptığınız diğer koleksiyonlar sizi nasıl Türk Kahvesi ile buluşturdu?

 

Mevlevi objeler toplarken Türk Kahvesine ait parçalar da giriyordu koleksiyona. Kimse bilmez, tasavvuf kültürünün içinde Türk Kahvesinin önemli bir yeri vardır aslında. Tekke dibeği, tasavvufi cezveler, gül değirmenler gibi objeleri biriktirmeye başlamıştım. Dolayısıyla tasavvuf kültüründe yeri olan Türk Kahvesi objelerini ile başladım. Sonra bir şey dikkatimi çekti. Yunan tacirler Türk Kahvesi objelerini alıp memleketlerine götürüp ‘Greek Coffee’ diye dünyaya pazarlıyorlardı.

350 sene Osmanlılar’ın buyruğunda yaşayıp, onlardan kahveyi öğrenip kahveye sahip çıkıyorlardı. Özellikle kahve kutularını çok topluyorlardı. Ben ağırlıklı olarak dergâh kutularını topluyordum. Türk Kahvesi’ne ait objelerin Yunanistan’a gitmesini engel olmak için Türk Kahvesi’ne dair tüm objeleri toplamaya başladım.

“Şahin Paksoy Türk Kahvesi objeleri topluyor” diye yayılmış, “delinin biri topluyor” diyenler de vardı. Anadolu’dan esnaflar bana telefon etmeye başladılar. “Allah senden razı olsun, çöpümüzü para ettirdin” diyenler oluyordu. Böyle böyle 9bin parçanın üstünde Türk Kahvesi Objeleri Koleksiyonum oluştu. Burada gördükleriniz çok küçük bir kısmı. İleride bir müze açınca daha fazlasını sergileyebileceğiz.

 

Büyükada’da bir Türk Kahvesi Müzesi kurmak istediğinizi biliyorum. Nasıl bir müze hayal ediyorsunuz?

 

Bu 9bin parçanın hepsini sergilemek mümkün değil. İçlerinden 5-6bin özel parçayı, özellikle her yerde rastlanmayacak olanları seçip müzede sergilemeyi düşünüyorum. Müzenin içinde bir de kahvehane olsun istiyorum. Tabii bu etnik bir gösteri olmayacak. Bugünün beğenisiyle yapılan, mesela çalışanların kıyafetlerinin Gönül Paksoy tarafından yapıldığı, gelen herkese ‘Ah’ dedirtecek, binlerce yıllık kültürü yansıtacak bir müze hayal ediyorum. Sergileme elemanlarını, masaları, servisin nasıl olacağını, her şeyi düşündüm. Kahve ortada odun ateşinde kavrulacak, kadınlar kahveyi taze çekip soğudanlarda soğutup pişirecek… Kardeşlerimle birlikte gerçek bir ritüel olarak Türk Kahvesi içilsin istiyoruz. Bir bilet alarak gelen herkes hem müzeyi gezecek hem de bu kahve ritüeline katılarak kahvesini içecek. Kahvehaneyi açtıktan sonra bir de marka yaratmak istiyoruz. Adı ‘Türk Kahvesi Müzesi Kahvesi’ olacak ve paketli ürün olarak da satılacak. Tabii koleksiyondan bazı parçaların yenilerini yapıp bugünün beğenisine de sunacağız. Mesela Türk Kahvesi fincanlarının Hititler ve Sümerler’e kadar giden, içinde Bizans’ın ve Selçuklu’nun olduğu bir gelenekle yaratılan formları var. Bir kahve fincanı yapıp satmak değil amacımız. Varolan gelenekten sapmadan bugünün tadını koyarak modern bir çizgide satabiliriz.

 

Türk Kahvesi kültürünü yaşatmak istiyorsunuz?

 

Evet, yüzde yüz. O Türk Kahvesi kokusuyla üretmek istiyoruz her şeyi. Hatta tasarım atölyesinin de müze binasının içinde olması şartım var. Bu kahvenin Türklere ait olduğunu vurgulamak istiyoruz. ‘Greek Coffee’ diye söyleyenlere kızarak başladığım bu koleksiyonda son noktayı bu müze ile koymak istiyoruz.

 

Türk Kahvesi Koleksiyonu deyince çoğumuzun aklına fincan geliyor. Oysa sizin koleksiyonunuzun fincanların çok ötesinde. Türk Kahvesi Objeleri Koleksiyonu’nuzda özellikle el değirmenleri, soğudanlar ve kahve kutuları mı öne çıkıyor?

 

Kadınlar daha çok fincan seviyor, kahveyi en fazla cezveyle pişirdikleri için fincanlarla daha ilgililer. Oysa kahvenin arkasında çok fazla detay var. Kavurmayı bilince kavurma objelerini toplamaya başlıyor insan. Kahvenin çekme ritüelini görünce değirmenlere başka bir gözle bakıyorsunuz.

Soğudanlar heykel gibi. Öyle kahve kutuları var ki insanın aklını başından alır, “Ben tasarımcıyım” diye dolaşanların bir daha sesi çıkmaz bu kutuları görseler. Kahve kutularıyla yatay ve dikey mimaride öyle örnekler vermişler ki, şaşırırsınız. Günümüzde pek çok tasarımcının bunlardan haberi bile yok, geleneğe bakmak istemiyorlar. Mesela oturak değirmenlerinin üzerine oturup kadınlar bir taraftan kahve çekiyor bir taraftan da sohbet ediyor. Bu yüzden oturak değirmen deniyor.

 

Bu koleksiyonu oluştururken bazı parçaların hikayesi diğerlerinden farklı olabilir. Hatırladığınız ilginç hikayeler var mı?

 

Yaratıcılık her zaman önemli. Bazı ustalar geleneğin dışına taşarak eserler üretmişler, eşsiz eserler bunlar. Geleneği de çatır çatır görürsünüz içinde yani aynı zamanda her şeyiyle gelenekseldir. Ama öyle bir kişilik koymuştur ki, geleneği de içine alarak kendi farklılıklarını anlatmak istemişler. Bu tür eserler benim için çok özel. O çağlarda çağdaş sanat diye bir şey yoktu ama benim için bu tür eserler tam bir çağdaş sanat. Bir de mesela özellikle soğudanlarda yazılar görüyorum. Bir kadın adı ve bir erkek adı var. Zannediyorum kız istemeye giderken bir set götürülüyordu ve kız kahveyi o setle yapıyordu. Cezvelerde de gördüm isim yazıldığını. Cezvenin altında iki isim yazıyor, bir kadın ve bir erkek. Bunun da kız isteme ritüelinde bir gelenek olduğunu düşünüyorum.

 

Tarihte Türk kahvesiyle ilgili sizin dikkatinizi çeken özel bir şey var mı?

 

Kahveyi ilk kavuran milletiz. Bugünkü rengi veren Türkler. Kavurarak bu kokuyu veriyorlar. Kavurma sayesinde kahvenin rayinasını alabiliyoruz. Bu yüzden koleksiyonumda kavurucular ayrı bir yer tutuyor.

 

Bir de kahve dibekleri özellikle ilgimi çekiyor. Dibekler form anlayışımda bana çok yardımcı oldu, gözümü dibekler terbiye etti diyebilirim. Bu yüzden toplamaya başladım, yaklaşık 1000 tane kahve dibeğim var. Her biri başka. Yöresel olarak bazı modeller öne çıkıyor, mesela Tokat etrafında öne çıkan bir model var. Selçuklu etkisi olan Konya’daki dibek modelleri de farklıdır mesela. Sırf gelenekle kalmayıp onu başka noktalara taşıyan ustalar var.

 

Siz Türk Kahvesi içmeyi ve o ritüeli de çok seviyorsunuz. Fakat bugünlerde  güzel Türk Kahvesi yapan çok az yer var. Siz nerelerde güzel bir Türk Kahvesi içiyorsunuz?

 

Ben genelde yardımcımız Kıymet Hanım’ın yaptığı kahveyi içiyorum (gülüyor). Kardeşim Gönül’ün yaptığı kahveyi çok seviyorum. Adana’da evimizde yapılanı da çok seviyorum çünkü kız kardeşlerim kendileri kavuruyor, çekiyor. Makine de çekilmiş olsa da Eminönü’ndeki Nuri Toplar’dan alışveriş yapıyorum, hemen Kuru Kahveci Mehmet Efendi’nin önündeki kuyruğu geçince 50 metre ileride. Bir tek Nuri Toplar odun ateşinde kavurarak yapıyor. Lezzeti de farklı zaten. Bir de Fatih’te itfaiyenin orada Sade isimli bir dükkan var, orada kahve içmeyi seviyorum.

 

Bir koleksiyonerde aşk olacak. Yani o esere sahip olmak isteyeceksin, görmek isteyeceksin, onunla yaşamak isteyeceksin. O senin için çok kıymetli olacak.

 

 

 

Bir koleksiyonerin olmazsa olmaz özelliği nedir sizce?

Birincisi aşk yani sahip olmak isteyeceksin, görmek isteyeceksin, onunla yaşamak isteyeceksin. O senin için çok kıymetli olacak. Bir de komşum yapıyor diye yapmayacaksın. Herkesin yapısına göre koleksiyoner olması lazım. Resim seviyorsan ve seni en çok etkileyen şey resimse resim toplayacaksın. Hat sanatıysa hat sanatına yöneleceksin. “Şahin Paksoy Türk Kahvesi objesi topluyormuş, ben de toplayayım çok önemli galiba” demek hiçbir işe yaramaz. İleride çocukların kaldırır atar ya da birine verir. Bunun için önce aşk gerekli diyorum. Kadınlar fincan toplamaktan mutlular, o zaman buna devam etmeliler. Bir de “şu kadar fincanım var” demek bazı koleksiyonerlere haz veriyor. Onları da eleştirmiyorum. Ben nasıl “9bin, belki de 10 bin parça Türk Kahvesi Objeleri Kolesiyonum var” diye söylüyorum. Aslında övünmek için söylemiyorum ne kadar deli olduğumu anlatmaya çalışıyorum.

 

Başka hangi özellikler önemli sizce?

 

Önce meraklı olacak sonra biraz da bizim gibi vatansever olacaksınız. Bu eserlere Türkiye’nin değeri olarak bakmak önemli. Gözünüzün önünde dururken götürürler, dünyanın değişik yerlerindeki müzelere koyarlar. Bizden sonraki kuşaklar o eserleri göremez. Bu soğudanlar ve cezveler de götürülmüş olsaydı, bunları da göremeyecektik. Atalarımızın neler yaptığını anlayamayacaktık.

 

Koleksiyon yapmaya başlayanlara neler tavsiye edersiniz?

 

Şahin Paksoy heykeli ve resmi alsınlar (gülüyor). Önce kendilerini eğitmelerini, çok okumalarını ve araştırmalarını öneririm. Koleksiyonerlerle tanışıp sohbet etmek de çok önemlidir. Koleksiyoner olmak istiyorsa içinde bir aşk, bir tutku var demektir. Ama bilgi eksikliğinden kaynaklanan ‘Acaba ne biriktireyim?’ sorusu içlerinde olabilir. Öğrenme sürecinde amatörce başlamak ve canını çok yakmayacak şeyler almak lazım. Daha profesyonel bir şekilde sanat koleksiyoneri olmak isteyenlerin çok izlemeleri, çok araştırmaları, sanatçılarla tanışıp onlarla sohbet etmeleri ve sanatçıların atölyelerine gitmeleri lazım.

 

Koleksiyoner olarak yaptığınız en büyük hata neydi?

 

Arkeolojik eser koleksiyonuna başlamaktı, başka bir şeyle başlayabilirdim. Hatta arkeolojik eser satın almak için elimdeki çok önemli resimleri sattım. Eski resmin hiç para etmediği dönemde klasiklerin bir gün para edeceğine ilk inananlardan biriydik. O dönemde çok önemli klasik eser sergileri yaptık, hatta bize gülüyorlardı. Kimse bu eserleri anlamıyordu, bit pazarında bile bulma şansın vardı. Emlakçıdan ev bakmaya gittiğim zaman Nazmi Ziya ile Hoca Ali Rıza aldım ben. Duvarda asılı duruyorlardı, bırakıp gitmişler, ev bu şekilde kiraya veriliyordu.

 

Büyükada’da bir Türk Kahvesi Müzesi kurmak istiyoruz. Koleksiyonumdan 5-6 bin özel parçayı, özellikle her yerde rastlanmayacak olanları seçip müzede sergilemeyi düşünüyorum.

 

 

 

Bundan sonra yapmak istediğiniz bir koleksiyon var mı? Ya da aktif olarak büyütmek istediğiniz bir koleksiyon?

 

Valla hepsini büyütmek isterim ama bundan sonra bütçemin o duruma geleceğini zannetmiyorum. Artık koleksiyon yapmak için zengin olmanız gerekiyor ama zenginseniz de benim gibi başlamıyorsunuz. Tüm paramla eski şeyler aldığım için bit pazarlarından Teşvikiye’deki evime yürüdüğüm çok olmuştur. Onları görünce insan kendine almaya mecburum diyor. Onun için zengin olunca buraya yönelmiyorsun.

 

Bir son soru Türk Kahvesi Müzesi ve Pişmiş Toprak Müzesi açmak istiyorsunuz. Bunların dışında koleksiyonlarınızı nasıl paylaşmak ve kime emanet etmeyi planlıyorsunuz?

 

Paksoy Kültür Sanat ve Müzecilik Vakfı adı altında bir aile vakfı kurduk. Hala araştırma süreci yaşıyoruz. Ben kendi gayretlerimle Türk Kahvesi Müzesi’ni kuracağım ama vakfa da bağışlayabilirim.

Bizden sonraki jenerasyonlar artık değerlendirebilirse değerlendirecek. Biz bugüne kadar topladıklarımızı kurtardık diye bakıyoruz. Maalesef çöpe giden, yakılan, atılan çok eser var. Özellikle cam altında “bizde de vardı, çöpe attık” diyen çok insanla tanıştım. Bu yüzden biz bazı şeyleri kurtarabildik diye düşünüyorum.

 

 

 

 

Bu röportaj, TEB Özel için Art50.net adına Emel Erden tarafından gerçekleştirilmiştir.

Balıkesir yüncü yörüğü kilimi, 18. yüzyıl. Farklı dönem Osmanlı hilye-i şerifleri.
1/20
Orta sehpa üzerinde büyük ocak içi kahve kavurucuları ve soğurdanlar var.
2/20
Masa üzerinde solda kahve kutuları ve sağda soğurdanlar. Duvarın önünde hilye-i şerif ve hemen yanında tekke levhası.
3/20
Cam altı resimleri, 19. yüzyıl.
4/20
Osmanlı döneminden çarkıfelek şeklinde yazılmış hat
5/20
Osmanlı döneminden ayak izi figürü kullanılan bir hilye-i şerif
6/20
Meşk, hattatı ve dönemi belli değil.
7/20
8/20
Urfa yöresi ait kestane ağacından yapılan kümbet formlu dibek, 18 yüzyıl.
9/20
Tokat yöresi ait kiraz ağacından yapılan göbekli dibek.
10/20
Konya yöresine ait, geometrik süslemeli dibek.
11/20
Bosna yöresine ait pirinç değirmen grubu, 18 yüzyıl sonları.
12/20
Konya yöresine ait kubbeli kahve kutusu. Buğday sapı ile işlenmiş kahve kutusu, 19.yüzyıl
13/20
Ceviz, maun, kestane ağaçlarından farklı dönemlere ait kahve soğurdanları.
14/20
Anadolu’nun farklı yörelerine ait kahvedanlar, 18. yüzyıl.
15/20
Ahşap ve demirden yapılan oturak değirmenleri, 19. yüzyıl
16/20
Seferi cezve
17/20
Zarflı ve kendinden zarflı fincanlar, 16 - 17 - 18 - 19. yüzyıl.
18/20
Kütahya yöresine ait tepsi ve fincan ile İstanbul yöresine ait cezve.
19/20
20/20