Select Language EN / TR
Jeff Hakko

Jeff Hakko

Koleksiyoner, İş İnsanı

“Koleksiyonerlik ruhu çok farklı. Bu ruhu hayatınızın sonuna kadar yaşatmak mecburiyetindesiniz çünkü onsuz yapamayacağınızı biliyorsunuz.”

11 Kasım 2019

 

Büyükada’da doğan Jeff Hakko, 6-7 yaşındayken suyun altını merak etmeye başlayan ve üniversite yıllarında profesyonel dalgıç eğitimleri alarak ‘master’ olmuş bir deniz tutkunu. 1990 yılında bir sualtı sempozyumuna katılmak için gittiği Fransa’da gördüğü dalgıç başlığı tüm hayatını değiştirmiş. Yaklaşık 28 yıl boyunca topladığı Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonunu 2018’de, İstanbul Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ne bağışladı. Jeff Hakko ile Dünya’nın en özel üç Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu’ndan biri olarak gösterilen sıra dışı koleksiyonunu ve sualtı tutkusunu konuştuk.

 

Büyükada’da doğmuşsunuz. Büyükada’nın bugünkü yaşam tarzınıza ve ilgi alanlarınıza nasıl bir etkisi oldu?

 

Her şey orada başladı. Tabii o zamanlar Büyükada bugünkü gibi değil, çok daha az insan var. Denizler çivit mavisi, 7-8 metreye baktığınızda denize düşmüş bir gazetenin başlığını okuyabiliyorsunuz, suları o kadar berrak. Ben de 6-7 yaşlarındayım, suya giriyorum ve çıkmıyorum. Annemden azar işitiyorum, dudaklarım mor oluyor, parmaklarım büzülüyor. Sürekli suyun içindeyim, kafam hep suyun altında fakat hiçbir şeyi net göremiyorum. Nefesimin yettiği kadar dalabiliyorum sonra çıkmak mecburiyetindeyim. Anadolu Kulübü’ndeki abilerimizin maskeleri, ayaklarında paletleri ve ellerinde tüfekleri var. “Ben de bunlardan istiyorum” diye tutturuyorum. Tabii babam beni pek dinlemiyor çünkü küçük bir çocuğum henüz. Zaman böyle geçiyor, 9 yaşına geldiğimde aldığım ilk harçlıkla Büyükada Saat Meydanı’ndaki eczaneden palet ve şnorkel alıyorum ve olay orada kopuyor. Artık suyun altını görebiliyorum. Gidebildiğim kadar derine dalıyorum ve sualtını bu şekilde keşfetmeye başlıyorum. 13 yaşıma geldiğimde tekneyle açılıp başka adaların etrafında da dalıyorum. İşte tüm hikayem orada böyle başlıyor.

 

20’li yaşlarınıza geldiğinizde ilk dalgıçlık brövesi almışsınız.

 

Evet İngiltere’deki eğitim senelerinde nefesle dalıyordum fakat kendi bilgi ve imkanlarımla yapıyordum bunu. İstediğim yere gidip dalamıyordum çünkü benden bröve isteniyordu. Bu işi çözmenin tek yolu, resmi bir kuruluşta teorik ve pratik dalgıçlık eğitimini tamamlayıp bröve almaktı. İngiltere’deki bir kulübe başvurup gerekli eğitimi aldım. Saygın bir kulüpten aldığınız birinci bröve ile dünyanın neresine giderseniz gidin istediğiniz gibi dalabiliyorsunuz. Tabii orada kalmıyor çünkü 1 yıldız, 2 yıldız, 3 yıldız diye eğitim devam ediyor.

 

Siz beş yıl içinde ‘master’ olmuşsunuz…

 

Evet, doğal bir ilerleme ile oldu aslında. Artık eğitimi askıya aldım çünkü vaktim yok.

 

Hala eskisi kadar aktif dalıyor musunuz?

 

Daha fazla dalıyorum.

 

Türkiye’de ve Dünya’da özellikle dalmayı tercih ettiğiniz bölgeler var mı?

 

Yurtdışında mutlaka dalınmasını tavsiye ederim. Tabii giderken çok dikkatli planlama yapmanız gerekiyor. Ne kadar zaman ayırdığınız önemli çünkü benim gibi çalışan birisi iki haftalığına Avustralya’ya gitmesi zor. Dalış yapacağınız yere kolay ulaşabilmeniz gerekiyor. Bütün bunları göz önünde tuttuğunuzda Maldivler gayet ulaşılabilir bir mesafe, 7 saatte oradasınız. Gece uçtuğunuz için ertesi sabah oraya varıyorsunuz. Şarm El-Şeyh, dolayısıyla Kızıldeniz ve Maldivler dalış ve sualtı için çok önemli iki nokta. Kızıldeniz’de sualtı halen çok güzel fakat fazla ticarileşmeye başladı. Maldivler’de başka ciddi bir sorun var. Maalesef bu da hepimizi etkiliyor ve daha da etkileyecek. Küresel ısınma nedeniyle mercanların yüzde 60’ı ölmüş durumda. Bir mercan öldükten sonra dökülüyor yani siz Maldivler’de daldığınızda deniz tabanı tamamen kırık ve gri renkli çubuklardan oluşuyor, bu gerçekten çok içler acısı. Neyse ki balıklara bir şey olmamış, onlar halen renkleri ve ihtişamlarıyla etrafta dolaşıyorlar ve mercanların yüzde 40’ında renk var. Uzak Doğu’da Endonezya’nın farklı adalarında dalmak çok keyifli.

 

Tatil planlarınızı tamamen dalış üzerine mi yapıyorsunuz?

 

Evet. Yaz aylarında uzun hafta sonu tatilleri yapıyorum ve genelde Türkiye’de kalmayı tercih ediyorum. Yaz aylarının dışındaki tatillerdeyse önceliğim hep dalış olacak şekilde yurt dışına gitmeyi tercih ediyorum.

 

Türkiye’de özellikle gittiğiniz bir dalış merkezi var mı?

 

Türkiye’de dalınacak en güzel yer kesinlikle Kaş. Sular çok berrak, derinlerde bizi bekleyen güzellikler muhteşem. Batık uçaktan mağaraya kadar her şey var. Balık çeşitleri çok. Fakat Kaş’a ulaşım nispeten zor. Bu bir avantaj aslında, bu yüzden Kaş’ta nispeten daha az dalgıç var. Kaş’a gittiğinizde bir dalış kulübüyle dalmak mecburiyetindesiniz, istediğiniz gibi kalkıp gidemiyorsunuz. Bodrum çıkışlı gidecekseniz o zaman farklı. Dalışa göre tasarlanmış tekne sahibi olduğum için hafta sonları Gökova’da dalmak benim için çok daha pratik. Gökova, Türkiye’nin en büyük koylarından biri, çok dalış noktası var. Şu anda nispeten temiz ama maalesef çok hızlı bir şekilde kirlenmeye başladı. Bozburun Yarımadası’nda da dalmayı seviyorum.

 

Bugüne kadar yaptığınız en tehlikeli dalış nasıldı?

 

Dalışın altın kuralı tek başınıza dalmayacaksınız, her zaman bir badinizin olması lazım. Güney Fransa’da bir dalış kulübüyle dalıştaydık. Bir kulüp ile dalıyorsanız sizi, deneyiminize göre bir badi ile eşleştiriyorlar. Beni de brövelerimiz aynı seviyede olduğu için Hollandalı bir dalgıç ile eşleştirdiler. Daldık ve 25 metrede benim havam kesildi. Bu bir dalgıcın başına gelebilecek en kötü şey. 25 metre o kadar süper bir derinlik değil ama ne de olsa bir derinlik. İşte burada eğitim ve deneyim çok önemli. Şayet panik yaparsanız boğulursunuz ama sakin olup havanızda problem olduğu işaretini badinize verip ondan yardım isterseniz çimlenerek (havayı paylaşarak) su yüzüne çıkabilirsiniz. Bu işareti verdim, badim de deneyimli olduğu için yedek regülatörünü bana uzattı ve beraber yükseldik. Su yüzünde havamı tekrar kontrol ettiğimde her şey normaldi. Tekrar 25 metreye daldığımızda yine aynı sorun oluştu. “Bu dalış biter” deyip tekneye çıktık. “Regülatörde sorun var, lütfen bunu halledin” dedim. “Tamam karaya çıkınca hallederiz” dediler. Teknede 10-12 kişi dalıyorsunuz, dalıştan sonra bütün malzemeler aynı yere koyuluyor. Diğer malzemelerle aynı yere koyarsam hangisinin sorunlu regülatör olduğunu anlaması mümkün olamayacak. Daha az deneyimli birisine denk gelirse çok tehlikeli olabilir, aynı reaksiyonu gösteremeyebilir ve boğulabilir. Ben kesin bir önlem almak mecburiyetinde kalıp bıçak ile regülatör hortumunu kestim. “Kusura bakmayın, masrafı neyse ben öderim böylece regülatör karışmaz” dedim. O günden sonra malzeme yeni değilse kullanmıyor ya da kendi malzememi yanıma alıyorum.

 

Çok farklı bir keyif aldığınız, sizi çok heyecanlandıran bir dalış hikayeniz var mı?

 

İlk defa Kızıldeniz’e gittiğimde, II. Dünya Savaşı’nda batmış bir İngiliz ticaret gemisine dalmamı unutamıyorum. Aşırı akıntılı bir suydu, geminin kıç tarafına bağlanmış bir halattan aşağı iniyorsunuz, inerken vücudunuz akıntıdan yatay duruyor. Geminin içine giriyorsunuz ve birdenbire akıntı kesiliyor ve siz devasa bir şilebin içinde buluyorsunuz kendinizi. Motosikletler, üst güvertede tanklar var ve hepsi II. Dünya Savaşı’ndan beri orada yatıyor. Düşünebiliyor musunuz? Ve etrafında yosunlar, mercanlar, balıklar... Tankın namlusunun içinden müren çıkıyor. Unutulmayacak gerçek ötesi bir deneyim.

 

Sualtının güzelliklerini belgelemek için mi fotoğraf çekmeye başladınız?

 

Seneler ilerledikçe güzel fotoğraflar çektim ama benim hiçbir zaman aşırı bir görüntüleme heyecanım olmadı. Fotoğraf çekmek ayrı bir branş, ayrı bir heves ve disiplin. Fotoğraf çekebilmek için zaman ayırmak ve konsantre olmak gerekiyor hâlbuki ben dalışlarda kendi nefesimi duymayı, etrafımda neler olup bittiğini hissetmeyi ve derin mavide olmayı tercih ediyorum. Çok sevgili dostlarım çok güzel fotoğraflar çekiyor, ben bu işi onlara bırakıyorum.

 

Tek bir cümleyle özetlemek isterseniz dalış sizin için ne demek?

 

Derin mavi terapi...

 

Şimdi biraz da koleksiyonunuza geçmek istiyorum. 1990 yılında Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu yapmaya başlamışsınız. Koleksiyonunuzun ilk parçası neydi?

 

1990 yılında, Fransa’nın güneyinde katıldığım bir sualtı sempozyumunda, bir standın üstünde parlatılmış bir Amerikan Mark V tipi dalgıç başlığı gördüm adeta büyülendim ve sempozyumu falan unuttum. Geçmişe gittim, bunu kullanan dalgıcı düşündüm. Bu başlığı ne şartlarda, nerelerde kullanıyordu? Başka neler giyerek dalıyordu? Orada olay koptu. Sempozyuma giriyorum ama aklım hep bu dalgıç başlığında. İki gün sonra çıkarken bir daha önünde durdum. Standın arkasında küçük bir etiketin üzerinde “bu dalgıç başlığı şu kişi tarafından kiralanmıştır” yazıyordu. Telefon numarasın not ettim. Nice Havaalanı’ndan İstanbul’a dönerken bir sualtı dergisi aldım. Bir de baktım ki arka sayfalarda aynı kişinin ilanı var. İstanbul’dan adamı aradım. Fransa’nın Brest kentine yakın bir yerde oturan Christophe Facon isimli bir beyefendi. “Ben bu başlığınızı gördüm çok hoşuma gitti, satılık mı?” dedim. Satılık olduğunu ve elinde bunun dışında farklı başlıklar da olduğunu söyledi. “Bana fotoğraflarını gönderir misiniz” dedim “Bu işler fotoğrafla olmaz, istiyorsanız buraya gelin” dedi. İki gün sonra kendimi Brest’te buldum, günübirlik gittiğim şehirde iki gün kaldım. Beni evinde misafir etti, çok güzel vakit geçirdik ve anlattıklarıyla büyü devam etti.. Orada gördüğüm malzemeler ve o başlık koleksiyonumun başlangıcıdır.

 

Bu beyefendiden kaç başlık aldınız?

 

Bir tek o başlığı aldım fakat hatırladığım kadarıyla iki çift ayakkabı, bir bıçak ve galiba bir de pusula aldım.

 

Sonra koleksiyonunuza dalgıç başlıkları, ayakkabılar, bıçaklar, pusulalar mı eklediniz?

 

Geçmişte dalabilmek için ‘standart forma’ dediğimiz komple bir dalgıç kıyafeti vardı. Örneğin dalgıçları hava ile besleyebilmek için tulumbalar, hortumlar ve başka malzemeler kullanılıyordu. Şunun farkına vardım, bu malzemeler o kadar az ve değerli ki… Birden sanki benim çok kısıtlı bir vaktim var ve bunları toplamam gerekiyor diye düşünmeye başladım. Maalesef geçmişte bu nesneleri cahil eller bakır ve pirinç değerleri için eritmişler, bir katliam yaşanmış. Mevcut nesneler de çok kısıtlı, fiyatları çok pahalı ve genellikle müzayedelerde önünüze çıkıyordu. Bu yüzden bir planlama yaptım. Ben Türkiye’de yaşıyorum, o zaman Türkiye’deki malzemelerin kaybolmadan hepsinin bende olması lazım diye düşündüm. Hiçbir yere gitmesin, emin ellerde olsun, hurdaya çıkmasın diye çok detaylı araştırmaya başladım. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de insanlar iş için, para kazanmak için, süngercilik için dalıyorlar. Demek ki bu malzeme Türkiye’de de var. 1990 başlayarak yıllar boyunca bu nesneleri bulmak için yollardaydım. İstanbuldan Rizeye, İzmirden İskenderun’a her yeri gezdim. Türkiye’den satın aldığım ilk başlık da İskenderun’da karşıma çıktı.

 

Kimden aldınız?

 

Süleyman (Sülo) isimli bir dalgıçtan. Halen hayatta ve dalıyor. Geçen gün aradı, konuştuk. Çok güzel bir boyutu daha var, bu başlığı aldığınız insanlarla irtibatta kalıyorsunuz ve sizi tanıyorlar; bir malzeme çıktığında, farklı bir malzeme görüldüğünde fotoğrafı size geliyor. Bu yüzden Türkiye’deki bütün dalgıçlar beni tanır ve bir şey bulduklarında bana vermeyi düşünmüyorlarsa bile bana fotoğrafı gelir. “Jeff abi bu nedir, senesi nedir, memleketi nedir?” diye sorarlar.

 

Koleksiyonunuzdaki parçalar hangi yılları kapsıyor?

 

Tarihi dalgıç malzemelerinin tarihleri belli yani bu nesneler 1829’da başlayıp 1950’lere kadar üretilmiş nesneler. Ondan sonra scuba başlıyor zaten.

 

Dalış kıyafetleri tarihine baktığımızda 1715’te John Lethbridge’in geliştirdiği tek kişilik su altı elbisesi neden önemli kabul ediliyor?

 

Lethbridge’in yaptığı deneysel ve sualtına inmek için üretilen bir fıçı. Bu fıçının içine tek kişi giriyor, kollarını yanlardan çıkarıyordu. Bunlar dünyanın hiçbir müzesinde yok.

İlk dalgıç başlığı 1829’da itfaiye başlığından uyarlanan başlıktır. İtfaiyecilerin dumandan etkilenmemesi üretilmişti. Geliştirilmesi on yıl kadar sürüyor ve 1950’lere scuba icat edilene kadar bu dalgıç başlıkları aktif olarak kullanılıyor.

 

Yani dalgıç başlıklarının 120 yıllık bir tarihi var…

 

Scuba icat edildikten sonra bunlar âtıl kalıyor. Tarihi malzemeyle dalgıç, satıhtaki hava tulumbasına bağlı hava hortumunun uzadığı kadar mesafeye dalıp hareket edebiliyor. Scubayla sırtınızdaki tüpün havası yettikçe istediğiniz yere gidebiliyorsunuz.

 

Bu dalgıç malzemeleri o kadar az ve değerli ki… Dalgıç başlıklarını görünce, sanki benim kısıtlı bir vaktim var ve bunları toplamam gerekiyor diye düşünmeye başladım.

 

 

 

Koleksiyonunuzda sizin için yeri çok ayrı olan bir parça var mı?

 

Marseille Limanı’nda başlık kullanarak çalışan son dalgıcın başlığının koleksiyonda yeri ayrıdır.

‘’Koleksiyonumda daha çok Amerikan ve İngiliz yapımı dalgıç başlıkları var. Hepsi 1829 ila 1950 yılları arasında üretilmiş.”

Koleksiyonunuzu Deniz Müzesi’ne devretme süreciniz nasıldı?

 

Bu süreç 2009’da Deniz Müzesi’nde açtığım sergi ile başladı. Altı ay boyunca açık olan sergi sırasında ziyaretçilerin hatıra defteri yazdıkları beni bir hayli etkiledi.. “Bu koleksiyonu bugüne kadar niye göremedik, sergi bittikten sonra bir daha nerede görebiliriz?” diye soruyorlardı.

Üyesi olduğum ‘Collection Club’ diye bir koleksiyonerler kulübümüz var. Bu kulüpteki pek çok arkadaşım gibi ben de “koleksiyonumuza bizden sonra ne olacak” diye düşünür, “bu bir kâbus” derdim. Tabii bazı koleksiyonlar mesela pullar daha kolay muhafaza edilebiliyor ve bazı aile fertleri koleksiyonla ilgilenebiliyor. Bende malesef kimse ilgilenmedi ve başından beri benim niye bunu yaptığımı anlayamadılar. Ben ne yapacağım peki? Aslında çok basit, satarsın koleksiyonu ama bütünüyle satamazsın o değeri verebilecek kimse yok. Bölersen bu sefer bütünlüğü bozmuş olup bir ömür boyu verdiğin emek boşa gidecek. En iyi seçenek, bir müze. Ya kendim bir müze kuracaktım ki bu oluşum için bayağı uğraştım ama maalesef olmadı. Ya da bu işle en güzel şekilde ilgilenecek bir müzeye bağışlayacaktım. Deniz Kuvvetleri’yle her zaman yakın oldum, bir sualtıcı olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile birebir çalışmalarımız da oldu. Ben de onlara teklif ettim.

Süreç böyle başladı. Bağış düşüncemi zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı’na sunmak için Ankara ile bir görüşme düzenlendi. Ankara’ya gittim ve o gün benim için aslında çok üzücü bir gün oldu. Uçaktan inince çok değerli dostum ve dalış arkadaşım Mustafa Koç’un vefat ettiğini öğrendim.

2016’nın Ocak ayında koleksiyonumun bağışı için süreç başladı. Müze içerisinde koleksiyona ayrılan bölümün tahsisi yapıldı ve sergilemek için çok önemli olan vitrin imalatına başlandı. Ve Haziran 2018’de Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu’nun Deniz Müzesi’ndeki daimî sergisi açıldı.

 

Koleksiyonunuz çok başarılı. Kimi araştırmacılar sizin koleksiyonunuzun dünyanın en iyi ilk üç koleksiyonundan biri olduğunu söylüyorlar.

 

Ben demiyorum (gülüyor).

 

Diğer koleksiyonerlerle tanıştınız mı? Onlarla nasıl bir iletişiminiz var?

 

İster istemez koleksiyon oluşurken diğer koleksiyonerlerle tanışıyorsunuz çünkü aranızda tatlı bir rekabet oluyor fakat en önemlisi bilgi paylaşımı. “Bende bu var, sende bu var, ne yapabiliriz?” diyorsunuz; konu konuyu açıyor, tarih giriyor işin içine, değişik malzemeler ve değişik boyutlar konuşuluyor. Onun için dünyadaki belli başlı koleksiyonerleri tanıyorum, en azından 3 tanesiyle de kişisel tanışıklığım var. Bir tanesi Amerika’da çünkü modern çağda kullanılan bakır ve pirinç dışında farklı malzemeler ile üretilen (plastik, kevlar) başlıklar da var O’nda. Ben kendimi 1829 ila 1950 yılları arasında kısıtladım.

 

Koleksiyonu müzeye bağışladıktan sonra evde çok büyük bir alan boşaldı ve bende bir yalnızlık hissi oluştu, bir boşluk hissettim. Amfora koleksiyonum aslında Bodrum’daki evdeydi, bu yalnızlık hissinden sonra onları İstanbul’a naklettirdim.

 

 

 

Koleksiyon yaparken keşke şunu yapmasaydım dediğiniz bir şey oldu mu?

 

İlk başladığımda bulduğum nesneleri parlatıyordum. Dedim ki “ben burada bir tarihi yok ediyorum” çünkü bu başlığın tarihini yansıtması için olduğu gibi kalması gerekiyor. Bu 4-5 sene devam etti ondan sonra bıraktım parlatmayı.

 

Sizin sualtı arkeolojisine karşı özel bir ilginiz olduğunu biliyorum ve bir amfora koleksiyonunuz da var. Amfora koleksiyonunuz büyümeye devam ediyor mu? Şu anda nerede duruyor?

 

Evet, devam ediyor, evde muhafaza ediyorum. Tarihi Dalgıç Malzemeleri gitti, amforalar geldi (gülüyor).

 

Evde dalgıç malzemeleri var mı hala?

 

Çok az, onları da Bodrum Deniz Müzesi’ne bağışlayacağım.

 

Odağınızı artık amfora koleksiyonunuza mı çevirdiniz?

 

Evin çok büyük bir metrekaresini bu koleksiyon kaplıyordu. Bağış sonrası çok büyük bir alan boşaldı ve bende bir yalnızlık hissi oluştu. Amfora koleksiyonum Bodrum’daki yazlık evdeydi. Gerekli izinler alındıktan sonra İstanbul’a nakilleri gerçekleşti. Burada devam ediyorum.

 

Amfora koleksiyonunuzda varmak istediğiniz bir yer var mı?

 

Sonu yok. Dünyanın en büyük amfora koleksiyonerlerinden biri, çok değerli bir arkadaşım. Şu anda yaklaşık 950 amforası var. Şunu unutmamak gerekiyor antik çağda, taşıma için kullanabilecek nesnelerden en önemlisi amforaydı. Bu yüzden sonsuz zenginlikte bir konu.

 

Amfora koleksiyonunuzu sergilemeyi düşünüyor musunuz?

 

Hayır sergilemek istemiyorum (gülüyor).

 

Peki, ileride isteyecek misiniz?

 

Elim ayağım tutmadığı bir gün herhalde onları da bir şekilde bağışlarım (Gülüyor) Bakın bu bağışlama olayının arkasında yatan çok önemli bir unsur daha var, paylaşmak... 2009’da koleksiyonun sergilenmesi esnasında “bu koleksiyon neden ev hapsinde duruyor” diyen çok olmuştu. Kelime buydu “ev hapsi”. Paylaşabilmek, daha geniş kitlelere ulaştırabilmek, özellikle gençlerin ve çocukların bunu görmesi çok değerli. Vaktim oldukça müzeye geliyor ve koleksiyonu ziyaret eden çocukları, gençleri izliyorum. İlk kez koleksiyon ile karşılaştıklarında yüzlerindeki ifade her şeyi anlatıyor. Çocuklar donup kalıyor. Bazıları korkuyor, bazıları öğretmenlerine bakıyor, bazıları başlığa bakakalıyor. Tarif edilemez bir duygu…

Sorunuza dönersem, amfora koleksiyonunu bağışlar mıyım? Tabii ki bağışlarım ama bir koleksiyonerin ruhu çok farklı, koleksiyonerlik ruhu çok farklı. Ben hayatımda bir koleksiyon olmadan yaşayamam. Koleksiyona başlayınca genetik yapınız bozuluyor sanki. Bu koleksiyonerlik ruhunu hayatınızın sonuna kadar yaşatmak mecburiyetindesiniz çünkü onsuz yapamayacağınızı biliyorsunuz.

 

Koleksiyon yapmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?

 

Başta koleksiyoner olmayı herkese tavsiye ederim, şöyle ki karakterinizin oluşumunda çok önemli rol teşkil ediyor; sistematik, hesaplı, disiplinli, araştırmacı, ileriye dönük düşünebilen bir yapıya sahip olmanızı sağlıyor. Ana önerim kendilerini gerçekten ilgilendiren ve o koleksiyonerlik zarfında kendi gelişimlerini sağlayabilecek, zevk alabilecekleri bir nesne seçmeleri, ne olduğu önemli değil. Her şeyin koleksiyonu olabilir. Hoşunuza gidecek, sizi motive ve tatmin edecek, besleyecek, ilerde paylaşabileceğiniz, yaşam biçiminize dahil edebileceğiniz nesneyi seçmeniz gerekiyor. Çok faydasını görüyorsunuz. Koleksiyonerliğin adeta bir terapi olduğunu söyleyebilirim. Psikolojinizi, ruh halinizi değiştiriyor; stresli zamanlarda sizi sakinleştirebilecek bir ilaç gibi görebilirsiniz koleksiyonerliği. Çok eğitici, onun için ben her çocuğa koleksiyon tutkusunu aşılamaya çalışıyorum. Kendi çocuklarımda başarılı olamadım ama başka çocuklarda deniyorum.

 

Çok ilham verici bir koleksiyonunuz olduğunu düşünüyorum. Bunu siz yapmasaydınız böyle bir zenginliği görme imkânımız olmayacaktı. Özel ilgi alanım olmamasına rağmen arkasındaki emeği, çabayı, bilgiyi görünce çok büyüleyici geldi…

 

Teşekkür ederim.. Az uğraşmadım. Bazı seyahatlerimde ve sonrasında benimle olsaydınız, anlardınız neler neler yaşadığımı..

 

Bir de koleksiyonunuzun özel bir kitabı var. Sergi açılacağı zaman mı bu kitabı hazırladınız?

 

Kitap 2009’da, koleksiyon 6 aylığına geçici olarak müzede sergilendikten sonra basıldı.

 

Vaktim oldukça müzeye geliyorum. Koleksiyonu görmeye gelen çocukları, gençleri izliyorum. Koleksiyonla ilk kez karşılaştıklarında yüzlerini görüyorum. Aslında bu size her şeyi anlatıyor. Tarif edilemez bir duygu…

 

 

 

Müzeye gelip koleksiyonları göremeyenler ve yurtdışında yaşayanlar için çok önemli bir kitap…

 

Burada ve gelemeyenlerin de kitapta gördükleri başlıkların her birisi 15 ila 25 kilo arasında, hatta bir tanesi 45 kilo. Bir de tulumbalar var onların her biri 300 kilo. Tüm bunların taşınması çok külfetli ve çok zor bir iş. Koleksiyonunun evden müzeye taşınması için Deniz Kuvvetleri’ne bağlı askerler ve teknik astsubaylar 1 ay planlama yaptı. Müzenin böyle bir imkânı olmasaydı yapamazdık. Kendilerine “Koleksiyonun kalıcı olması için beraber bir kitap yapalım” dedim. Evde bir stüdyo kurdular, tüm nesnelerin detaylı fotoğrafları çekildi. Şu an sergiyi görmeye gelenler müze mağazasından kitabı temin edebilirler. Bir de kitap yurtdışından çok fazla ilgi çekiyor. Önümüzdeki günlerde dördüncü baskıya girecek.

 

 

Bu röportaj, TEB Özel için Art50.net adına Emel Erden tarafından gerçekleştirilmiştir.

Jeff Hakko Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu’nu 1990 yılında oluşturmaya başlamış.
1/22
Dalgıç başlığı ve dalgıç ayakkabısı; Sovyet yapımı Dalgıç kemeri; Amerikan yapımı
2/22
Koleksiyonda daha çok Amerikan ve İngiliz yapımı dalgıç başlıkları yer alıyor.
3/22
Koleksiyonda dalgıç başlıkları, ayakkabıları, kıyafetleri, bıçakları ve hava tulumbaları yer alıyor.
4/22
Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu 1829- 1950 yılları arasında üretilen malzemelerden oluşuyor.
5/22
Dalgıç başlıkları; Soldaki 1920; Japon (TOA) yapımı; bakır, pirinç ve cam Sağdaki 1870; Fransız (CABIROL) yapımı; bakır, pirinç ve cam
6/22
Dalgıç başlıkları; Sağdaki Alman (LUDWIG VON BREMEN) yapımı; Danimarka Kraliyet Donanması için üretilmiş; bakır, pirinç ve cam
7/22
Dalgıç başlığı Mark V Mod I; 1944, Amerikan (A. SCHRADER’S) yapımı; bakır, pirinç ve cam
8/22
1940; İtalyan (GALEAZZI) yapımı; bakır, pirinç ve cam
9/22
10/22
1870; Fransız (CABIROL) yapımı; bakır, pirinç ve cam
11/22
Dalgıç ayakkabıların kurşun bir tabanı ve pirinçten yapılan koruyucu bir burnu var.
12/22
Dalgıç ayakkabısı; Danimarka yapımı; pirinç, kurşun, ahşap ve kösele Dalgıç ağırlığı; İngiliz (SIEBE GORMAN) yapımı; kurşun ve pirinç
13/22
Tek dalgıç için telefon; 1930 İngiliz (SIEBE GORMAN) yapımı; ahşap, metal, bakalit ve plastik
14/22
Jeff Hakko’nun Tarihi Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonu, bu alandaki dünyanın en önemli üç koleksiyonu arasında gösteriliyor.
15/22
Tam teçhizatlı dalgıç elbisesi, Mark V Mod I.
16/22
Dalış elbisesi için kol ağzı genişletici; Amerikan (DESCO) yapımı; pirinç ve ahşap
17/22
Jeff Hakko ağırlıkları yaklaşık üçyüz kilo olan hava tulumbalarının önünde.
18/22
Hava tulumbaları
19/22
Çift silindirli hava tulumbası; İngiliz (SIEBE GORMAN) yapımı; ahşap, metal, cam ve kağıt
20/22
Üç silindirli hava tulumbası; Fransız (A. DENAYROUZE) yapımı; demir ve pirinç
21/22
“Tarihi Dalgıç Malzemeleri” Jeff HAKKO Koleksiyon kitabı
22/22