Select Language EN / TR
Ferit Meriçten

Ferit Meriçten

Koleksiyoner, Ferko İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı

Bir koleksiyoner için öncelikli olan yatırım değildir. Ruhunu tatmindir; tutkudur.

18 Nisan 2017

Ferko’nun adının çağdaş sanat çevrelerinde sık sık karşımıza çıkması rastlantı değil. Ferit Meriçten Türkiye’nin en saygın iş adamlarından biri olmasının yanı sıra tutkulu bir sanat koleksiyoneri. Ferit Bey ile koleksiyonerliğe, memleketi İzmir’e ve sanata, sanatçıya dair dopdolu bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Sanata olan ilginiz nasıl başladı?

 

Sanat koleksiyonerliğim 1983’te başladı. Otuzlu yaşlarımdaydım. Açıkçası o zamanlar çağdaş sanatla ilgili bilgim yoktu. Özellikle resim ve heykel dendiğinde aklıma hep klasik sanat gelirdi. Ama sonra bir tutku haline geldi. Ressam Güngör Taner yazlıkta ablamların komşusuydu. Atölyesi de yazın oradaydı; orada resimlerini gördüm. Biliyorsunuz, çok canlı resimlerdir. İlk eserimi Güngör Taner’den (Yahşi Baraz aracılığı ile) aldım ve evimin baş köşesine astım. Sonra galerileri dolaşmaya başladım; o günlerde Türkiye’de sanat fuarları pek yoktu. Galeri sayısı da İstanbul’da on taneyi geçmezdi. Bu tutkum zamanla gelişti ve bütçeme göre eserler almaya başladım. Son otuz beş yılda Azerbaycan, Türkmenistan, Libya dahil on dört ülkede iş yaptım. Özbekistan ve Kazakistan’da kaydadeğer sanatçılar vardı; hele Azerbaycan çok iyiydi. Azerbaycan’da yaptığım ülkenin ilk beş yıldızlı otelinde sergi alanları açtım; oradaki sanat ortamına katkılarım oldu.

 

Son 6-7 yıldır alımlarınıza hız verdiğinizi görüyoruz...

 

Çocuklar işle daha çok ilgilenince daha fazla vaktim olmaya başladı. Özellikle son yirmi yılda sanatçı gruplarını, hangi sanatçının alınıp alınmayacağını çok iyi öğrendim. Ayrıca okuyorum. Elimde çok ciddi 500 eser var.

 

Özellikle tercih ettiğiniz bir konu, teknik ya da dönem var mı?

 

Türk Çağdaş Sanatı’nın ilk dönemleri beni çok cezbetmiyor. Ama tabii ki ilk dönemden sayarsak Fahrelnisa Zeid’in bende çok iyi eserleri var. Oğlu Nejad Melih Devrim’in de iyi eserlerine sahibim. Onlardan biraz daha sonra Burhan Doğançay... Ciddi bir Fikret Mualla koleksiyonum var.

 

Yalnızca resim ve heykel mi alıyorsunuz, yoksa video, yeni medya gibi alanlara da bakıyor musunuz?

 

Yeni medya ile son üç senedir ilgileniyorum ve ufak tefek alımlar yapıyorum. Onları da sevmeye başladım; gördükçe alışıyorsunuz. Ben yirmili ya da otuzlu yaşlarımda değilim. O nedenle insanda yeniliklere çok çabuk adapte olmaya karşı direnç oluşuyor; bunun hem olumlu hem de olumsuz yanları oluyor. Ama onları öğrendiğiniz zaman da iyi ve çabuk seçim yapabiliyorsunuz. Bu alanda da görece eskileri seviyorum. Sarkis’i çok beğeniyorum; yakın zamanda iki tane işini aldım. Paris’te atölyesine gitmiştim. Dirimart’taki sergisinin sponsorluğunu biz yaptık. Sarah Morris’in gelmesine de büyük katkım oldu.

 

Ağırlıklı olarak soyut ve geometrik eserleri tercih ettiğinizi söyleyebilir miyiz? 

 

Bende klasik merakı yok. Çağdaş ve soyut resim beni cezbediyor, çünkü teknik ve analitik bir insanım. Renkler daha canlı. Onlara bakmayı, onları görmeyi öğreniyorum ve içim ferahlıyor. Geometrik unsurlardan sanatçının nereden yola çıktığını, o eseri yaparken kafasında neler olduğunu anlamaya çalışmayı, bir şeyler çıkarmayı seviyorum. Bazen bunu sanatçının kendisine de soruyorum. Çoğunda bir sistematik var. Zamanla değişiyor. Bu, özellikle yabancılarda var. Son yedi, sekiz yıldır alımlarımın yarısı yabancı.

 

Daha çok hangi ülkeleri, sanatçıları ve galerileri takip ediyorsunuz? 

 

Üniversiteden sonra bir buçuk yıl Almanya’da kaldım. Daha çok Berlin ve Düsseldorf galerilerini seviyorum. Ergin İnan Hoca’yı da çok severim; o da Alman ekolüdür. Zamanında Berlin’de galerisi varken Dağhan Özil ile de çok çalıştık. İtalya ve Fransa’yı da seviyorum. Güney Fransa’ya çok gidip geliyorum. Son otuz yılın Amerikan sanatını da beğeniyorum. İngilizlerin belli bir devri de çok iyi. Bizim modern ve çağdaş sanatımıza ise çok inanıyorum. Çok iyi gençler var; ama ne yazık ki 2008-2013 arasında hem alıcılara, hem sanatçılara çok parlak maddi getirilerin olduğu o altın dönem bitti. Grafik aşağıya doğru gidiyor ve çok zorlanıyorlar. Çok üzüntü verici.

 

Sizce neden böyle oldu?

 

Bazı piyasa yapıcılar, müzayedeciler, galerici ve sanatçılarla çelişiyor. Galeriden yüz bin dolara alınan eser müzayedede elli bin dolara satılıyor. Çok iyi sanatçıların eserlerinde çok düşük fiyatlar oluşabiliyor. Ama sonuçta serbest piyasa ekonomisi; katlanmak lazım. Piyasada fiyatların düşmesi bu işi ticaret gibi görenleri de cezbediyor; böylece bir hareketlilik oluyor. Hiç hareket olmamasından iyi. Bu da ekonominin bir parçası. O nedenle yadsımıyorum ve doğal karşılıyorum.

 

Burada daha çok etik devreye giriyor...

 

Tabii. Sanat yüce bir şey. Her işin bir etiği vardır; sanatın etiği biraz daha yüksek olmalı çünkü sanatı arz ve talep edenlerin hepsi belirli bir kültür düzeyindeki insanlar. Onların o etiği korumaları gerekiyor. Buna inananlardanım. Ama ne yazık ki zorluk, etiği bozar.

 

Türkiye’de insanlar genellikle galeriye girip sergi gezmeye çekiniyor...

 

Ürküyorlar. Ama galerilerin yetkililerine hep şunu söylüyorum: doğrudüzgün, oturmuş bir dernekleri yok; hiç olmadı. Ortak bir platform yaratamadılar. Türkiye’de sanatın daha ileriye gidememesinde hepimizin rolü var. Devlet desteği yok. Vergiler de çok yüksek.

 

Bizim modern ve çağdaş sanatımıza çok inanıyorum. Çok iyi gençler var; ama ne yazık ki 2008-2013 arasında hem alıcılara, hem sanatçılara çok parlak maddi getirilerin olduğu o altın dönem bitti.
Ferit Meriçten Ferit Meriçten Ferit Meriçten
Paylaşmak çok önemli; depoda duran eserin bana faydası yok ki.

Alımlarınızda sezgi ve beğeniye göre mi hareket ediyorsunuz? Bir ön araştırma yapıyor musunuz? Danışmanlarınız var mı?

 

Danışmanlardan uzun yıllar yararlandım. Piyasada bu konuda çok bilgili insanlar var; onlarla artık aile dostu gibi olduk. Ticaretin ötesinde, ağabey-kardeş ilişkim olan galericiler var. Onların zor gününde de yanlarında oluyorum; her ticaretin zor günü de var. Böyle olunca doğru bilgilere kolay ulaşabiliyorum, özellikle yurtdışı için. Bazen yurtdışını analiz etmek zor oluyor. Türkiye’deyse sanatçıları iyi biliyorum ve sergi gezdiğim için gençleri de takip ediyorum. Bu anlamda birikimimden gelen o içgüdüsel, ilk anlık izlenimime güveniyorum. O da işin kumarı oluyor.

 

Yatırım anlamında mı?

 

Yatırım değil. Zaten iyi, beğendiğiniz, sevdiğiniz şey her zaman iyi bir yatırımdır. Bir koleksiyoner için öncelikli yatırım para değildir. Ruhunu tatmindir; tutkudur. Yılların deneyimiyle bir uzmanlaşma, bilgi ve sezgi de oluşuyor; o sezgi önemli. Sezgi doğruysa zaten iyi yatırım oluyor. Yanıldığınız da oluyor ama doğruları bulmanız yüzde yetmiş ise yanılma payı yüzde otuz oluyor. 5000 dolara aldığım bazı resimler on-on beş yıl sonra 150 bin dolara yükseldi.

 

Koleksiyonu izleyicilerle paylaşmak önemli bir motivasyon... Müze açmayı düşünüyor musunuz?

 

Paylaşmak tabii ki çok önemli; depoda duran eserin bana faydası yok ki. İnsanlar da görsün, ben de göreyim istiyorum. Depoda kalan eserleri unutuyorum. Ama müze kurmayı düşünmüyorum.

 

Koleksiyonunuzu projelerinizde sergiliyor musunuz?

 

Şimdi Levent’te yapımı devam eden Signature projemizde sergi amaçlı, 1000 m2'ye  yakın büyüklükte bir alan yaratıyoruz. Burayı hem dönüşümlü olarak kendi eserlerimizi sergilemek için kullanacağız, hem de genç sanatçılara sergileri için ücretsiz olarak tahsis edeceğiz. Binanın önüne Tony Cragg’ın çok iyi bir heykeli gelecek. Bizde epeyce heykel var. Üstte de heykel bahçesi olacak. Projeyi Eylül 2017’ye yetiştirmek istiyoruz; yetişmezse “Art Under Construction” diye bir konsept ile lanse etmeyi düşünüyoruz. Mottomuz zaten “Yapıda Sanat”. Bir de Göktürk’te büyük bir ortaöğretim okulu yapıyoruz ve devlete hibe edilecek. Bin beş yüz metrekarelik, otuz iki derslikli bir bina; bakanlıkta standart yirmi dört derslik. Laboratuvarları, olimpik spor salonu dahil her tür donanımı var. Bu tür sergi etkinliklerini orada da yapmak ve çocukları eğitmek istiyoruz. Sanat da spor kadar önemli.

Sanatçı olunmaz; doğulur. Ondan sonra eğitilir; görüşleri değişebilir.

 

 

Takip ettiğiniz fuarlar?

 

Son on beş yıldır belli başlı tüm fuarlara gidiyorum: Frieze, Art Basel, Maastricht... Bu yıl ilk kez Art Cologne’a gideceğim. Berlin’e iki ayda bir gidiyorum. Orada devlet Berlin’i sanat merkezi yapmak için karar aldı; yılda 50 milyon turist çekmeyi hedefliyorlar ve sanırım şimdiden yılda 15-20 milyonunu çekmeye başladılar. Müzelere yaptıkları yatırımlar olağanüstü; yeni ve eskinin güzel karışımları, altyapılar, kanallar... Böyle birkaç şehir var. Belçika’daki Bruges de böyle; Belçika’nın eskiden beri çok iyi sanatçıları var. Zengin, tüccar ve sosyal, insanları iyi yaşasın isteyen, demokrat bir ülke. Üstelik sanatçılar için Avrupa’nın en ucuz iki, üç ülkesinden biri; çünkü devlet sanatçılara destek veriyor. Öte yandan İtalya’da devlet desteğini çektiği için zorlanıyorlar; galericiler mutlu değiller. Fransa görece daha iyi durumda. Bir de her yıl on beş gün Los Angeles’ta kalıyorum; orada müzeler ve galeriler çok ileri. Çin ve Hispanik sanatı çok yaygın orada. O bölgede üst gelir grubu emlak alıcısı çok fazla; sanatın ileri olmasının bir nedeni de bu, çünkü talep var. İnsanlar nereden gelirse gelsin kültürlü; resme, heykele alışık. Evinde, bahçesinde görmek istiyor.

 

Sanatçılara siparişle eser yaptırdığınız oluyor mu?

 

Ben bitmiş, hazır işi beğenip almayı seviyorum. Sanatçının kendi içinden gelip yaptığını almak daha iyi; tailor-made işleri sevmiyorum.

 

Sanırım sanatçının otobiyografik yolculuğu da sizi başlı başına çok heyecandırıyor... Sanatçıların yaşam öykülerini okuyor musunuz?

 

Kesinlikle. Zaten o sanatçıyla okumadan ilişki kurmak zorlaşır. Birbirinizi anlamazsınız. Bir altyapınız olmalı ki o iletişim kurulabilsin. Hem sanatsal yolculuğunu daha kolay anlarsınız, hem de diyalog daha kalıcı ve samimi olur. Önbilgi alarak gitmeniz sanatçıya saygı duyduğunuzun bir göstergesi.

 

Sanatçı doğulur mu, olunur mu sizce?

 

Sanatçı olunmaz; doğulur. İlkel bile olsa doğulur. Ondan sonra eğitilir; görüşleri değişebilir. Yaratıcı vergisi bu. Bir de Güney Amerika, Afrika gibi kıtaların hareketli, karışık ve acı çeken toplumlarında esinlenecek çok şey var. Daha zengin ülkelerde, mesela Amerika’da, ünlü olan sanatçıların çoğu dışarıdan gelenler, göçmenler. Amerika’nın yerlilerinin çoğu dijital sanatlarla uğraşıyor; resim, heykel yapan az. Göçmenler daha hırslı ve piyasayı onlar sırtlamış durumda.

 

Beğeniyle izlediğiniz başka koleksiyonlar?

 

Çok var. Başta İzmir’de Arkas; inanılmaz bir koleksiyon. Zevkiyle, teşhiriyle, saklamalarıyla bile. Hem klasik, hem çağdaş eserler içeriyor. Onlarda o kadar çok Vasarely olduğunu bilmiyordum; çok etkilendim. Arkas tam bir dünya koleksiyoneri. Bir İzmirli olarak bu beni çok sevindiriyor. İzmir kadar iyi tahsilli, geçmişi dolu bir şehirde sanatın az olmasına üzülüyorum. Oranın sanatçısı hep İstanbul’a ya da yurtdışına kaçtı. Çünkü orada alıcı az. İstanbul’da ise Can Elgiz bu alana gönül vermiş bir kişi. Öner Kocabeyoğlu da tutkulu bir koleksiyoner. Ayrıca sanatçı seçimleri çok iyi. Öte yandan Kıraçlar müthiş bir koleksiyona sahip. Eczacıbaşı da çok bilinçli bir koleksiyon. Türkiye bu konuda çok yol aldı.

 

Bu arada İzmir’de doğmuşsunuz ve İstanbul’a eğitim için gelmişsiniz...

 

Evet, Göztepeli’yim. Üniversite için İstanbul’a geldim ve burada kaldım. Bornova’da Maarif Koleji’nde yedi yıl yatılı okudum.

 

İzmir’e çok sayıda genç sanatçı yerleşmeye ve orada farklı oluşumlar yaratmaya başladı...

 

Evet, çok yakından takip ediyorum. Nejat Satı, Oganerler...

 

Sanat yüce bir şey. Her işin bir etiği vardır; sanatın etiği biraz daha yüksek olmalı çünkü sanatı arz ve talep edenlerin hepsi belirli bir kültür düzeyindeki insanlar.

 

 

Sanat eseri dışında koleksiyonunu yaptığınız objeler var mı?

 

En az sanat kadar sevdiğim model araba toplamak. Ancak bunlar her yerde bulabileceğiniz, mağazadan gidip alabileceğiniz arabalar değil; limitli sayıda üretilmiş. Dünyada dört, beş üreticisi var. Parayı önceden gönderiyorsunuz; iki yıl sonra araba geliyor. Bu da bir disiplin işi; yirmi beş yıldır sürdürüyorum. Öyle bir anda olacak bir şey değil; 1700 kadar arabam var. Yeni binada onlar için de bir yer olacak. Bir kısmını kendi ofisimde, bir kısmını da sergi alanında tutacağım.

 

Key Müzesi’ni gördünüz mü?

 

Gördüm ve çok etkilendim; müthiş bir gustosu var. “İşte İzmirli farkı” dedim içimden.

 

Aileden gelen koleksiyonlarınız var mı? Ya da çocukluğunuzdan?

 

Dedemin çok ciddi bir tesbih koleksiyonu vardı. Bir bölümü hala bende. Çocukken de pul koleksiyonu yapardım. Yatılı okulda okurken pul defterlerimizle meşgul olurduk; pul toplardık, serileri yakalardık. Sonra üniversitede bir ara parasız kalmıştım; pulları satması için bir arkadaşa verdim. Aldı, gitti; sonra ne para geldi ne de pul! Bir de çok ciddi plak koleksiyonum vardı; her hafta bir tane 45’lik alırdım. O zaman Konak’ta, Çobanoğlu ve Damlapınar’da bir 45’lik iki buçuk liraydı. Lisede 33’lüklere döndüm. Beatles serim var; çok seviyorum, onlarla büyüdük biz. Bir de Rolling Stones ve Animals. Son olarak da Queen. Bunlar favorilerim. Yatılı okulda küçük radyolarımızla Çiğli Air Force Base radyosunu takip ederdik; muhteşem çalardı.

 

Koleksiyonculuğa yeni başlayacaklara ne gibi önerileriniz olur?

 

İlk başta gezmelerini ve bol bol okumalarını. Yeni koleksiyona başlayacak kişiyi de kategorize etmek gerekir; neyi sever, neyi sevmez? Önce ona karar vermeli. Ben bazı şeyleri sevemiyorum örneğin; bir şey yüzde doksan tarafından sevilirse iyidir derim, ben çok iyi bazı sanatçılarda yüzde onluk dilime düşebiliyorum. Klasikten etkilenmiş, klasiği amorfize eden işleri sevmiyorum; tam çağdaşı tercih ediyorum. Bu bir hastalık; müthiş bir iş.

 

 

Bu röportaj, TEB Özel için Art50.net adına İpek Yeğinsü tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ferit Meriçten ofisinde
1/22
Audi-Bugatti-Lamborghini limited edition
2/22
Ferit Meriçten ofisi; solda Mübin Orhon, arkada Burhan Doğançay, sağda Sarah Moris
3/22
Ramazan Bayrakoğlu, Silvie 2010-2011, Tuval üzeri piko dikişli saten
4/22
Mercedes- Alfa Romeo yarış serileri
5/22
GM-Ford'un kuruluşundan 1970’e kadar olan modelleri, limited edition
6/22
Ferit Meriçten ofisinde; arkada Sarah Moris tablosu
7/22
Ferit Meriçten ofis; Ergin İnan, 2014
8/22
Ferko Holding; Ozan Oganer, Figür, Dantel ve iğne oyası
9/22
Ferko Holding; Seçkin Pirim, İsimsiz, Ahşap üzeri kağıt kesme
10/22
Mübin Orhon, 1960
11/22
Ferko Holding Toplantı Odası; solda Mehmet Gün; sağda Ergin İnan
12/22
Ferko Holding Toplantı Odası; Ergin İnan
13/22
Ferko Holding Toplantı Odası; Ergin İnan
14/22
Ömer Uluç, Denizaltı
15/22
Ömer Uluç, Nü ve Kedi, 1988
16/22
Ahmet Güneştekin
17/22
Fahrelnissa Zeid
18/22
Fahrelnissa Zeid
19/22
Nejat Melih Devrim
20/22
Ferko Ilgaz Mountain Hotel; Adem Genç, Gavurdağı Bozlağı, Tuval üzeri yağlı boya, 2009
21/22
Ferko Ilgaz Mountain Hotel; Ahmet Güneştekin, Denizdeki Sır, Tuval üzeri yağlı boya
22/22