Can Has’ın sanat koleksiyonu Türk resim tarihine ışık tutuyor.
27 Şubat 2016
Hem Türk resim tarihinde yer etmiş önemli isimleri, hem de güncel sanatın evrildiği yeni yönleri sürekli okuyarak, araştırarak ve seyahat ederek takip eden Can Has otuz yılı aşkın bir süre içinde oluşturduğu koleksiyonunu bizlere açtı. Sanatın iş dünyasındaki yeri, koleksiyon yapmanın kişisel ve toplumsal faydaları ve sanat piyasasının bugünkü durumu hakkında kendisi ile sohbet ettik. Sanatın piyasa kısmı ile kişisel tutkularını bilinçli bir şekilde ayırt ederek sahip olduğu her parçanın hikayesini içselleştirmiş bir koleksiyoner olan Can Has sanat dünyasının merak edilen yönlerini ve kendi deneyimlerini aktardı.
Koleksiyonculuk tutku, araştırma ve birikimi bir araya getirip insanda çok farklı bir haz uyandırıyor. Benim de herkes gibi çocukken pul koleksiyonum vardı. Ailede de sanat eserlerine çok fazla ilgi var, biz antikalarla büyüdük. Ben de böylelikle 1983 yılında koleksiyonerliğe başladım. O dönem iş dünyasının en önemli isimleri sanat koleksiyonerliği yapmaya başlamıştı ve koleksiyonerler arasında en genç olan bendim.
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın bir röportajında şöyle dediğini hatırlıyorum:
“Politikadan bahsederken insanların suratları asık oluyor, işten konuşurken insanların suratları asık oluyor, ama sanat konuşmaya başlandığı anda mutlaka herkesin yüzü gülüyor.” Bu yüzden sanatı bir hobi olarak da düşünmek gerek. Ben işten çıktıktan sonra bir müzeye veya galeriye gidince kafam dağılıyor, işteki stresi unutuyorum. Koleksiyonerliğin bende bu şekilde bir yeri ve etkisi var. Yeni bir eser aldığım zaman gece kalkar, ışıkları yakar ve onu tekrar seyrederim.
Bu işe başlarken bazı koleksiyonerlerin güvendikleri bir sanat danışmanına danışmaları gerekiyor, ancak koleksiyonerlik için asıl göz eğitimi gerekli. Ben bir uzman değilim, ama aşağı yukarı otuz senelik koleksiyonerlik hayatımda bir göz eğitimi oluşturdum kendimde. Eğer klasik sanatçılardan bahsedecek olursak, eserlerimde İstanbul’un belli yerleri olmasını yeğliyorum; özellikle Kurbağalıdere, Göksu gibi. Ayrıca eserin figüratif olmasını ve sanatçının tuval üzerine yağlı boya çalışmış olmasını tercih ediyorum, çünkü o devirde tuval bulunmadığı için birçok sanatçı malzeme yetersizliğinden ötürü duralit ve mukavva üzerine çalışmıştır, İbrahim Çallı gibi. Halil Paşa’nın kullandığı tuvaller genellikle çuval niteliğinde olduğu için Halil Paşa resimlerinde kolaylıkla çatlamalar olur. Bu zamanla oluşabilecek bir bilgi birikimidir. Bana şöyle 10-15 metre uzaktan klasik ressamların veya çağdaş sanatçıların eserlerini gösterdiğiniz zaman, ben imzayı görmeden bu sanatçının kim olduğunu, nadiren yanılsam da, söyleyebilecek durumda olduğumu düşünüyorum.
Yeni bir eser aldığım zaman gece kalkar, ışıkları yakar ve onu tekrar seyrederim.
Sizin de söylediğiniz gibi, her şeyden önce bilimsel olarak kendilerini eğitmeleri, yani çok okumaları gerekli. İkinci olarak da, göz eğitimi edinilmeli. Mesela Türk sanatçılarının eserlerini toplamak istiyorlarsa, müzeleri dolaşmaları gerekiyor. Yurt dışı müzeleri de büyük önem taşıyor.
İstanbul gibi büyük bir metropolde bu kadar az müzeye sahip olduğumuz gerçeği ise gerçekten üzücü. Dünyanın her tarafında yeni müzeler açılmakta, bizde ise proje halinde olan 3-4 tane özel müze var, onlar da maalesef bürokratik engellere takılıyor. Yurt dışında müzelere harcanan fonlar da çok yüksek. Türkiye’deki sanat piyasasının cirosu tahminimce 250 ve 300 milyon dolar arasında, halbuki bugün tek bir Modigliani tablosu 170 milyon dolara satılıyor. Bir tablonun fiyatı, neredeyse Türk sanat piyasasının yarısı kadar. Bizde satılan en pahalı eser bundan yaklaşık 10 sene önce satılan Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi, 3,5-4 milyon dolar civarında idi. Çağdaşlarda ise en pahalı sanatçılar Burhan Doğançay ve Erol Akyavaş, onları Fahrelnissa Zeid takip ediyor. Yani Türk sanatçılarının eserlerinin değerlerinin artması için yurt dışında da rağbet görmesi gerekli. Ayrıca İstanbul, İzmir, Ankara dışındaki şehirlerimizde sanat galerisi sayısı son derece az.
Dünyadaki toplam sanat piyasası cirosu 45-50 milyar dolar kadar. Bu cironun aslan payı %33 gibi bir oranla Amerika Birleşik devletlerinde, daha sonra %25-30 ile Çin ve %22 ile İngiltere geliyor. Üzücü olan, 20. yy başlarında sanat piyasasının merkezi olan Fransa’nın, şimdilerde piyasada %3-5’lere gerilemiş oluşu. Çin’de sanat piyasasına olan bu ilginin diğer bir sebebi ise Çin sanatının hem Çinliler hem de dünya piyasası tarafından yakından takip edilmeye başlanmış olması. Ayrıca hepimizin bildiği gibi, sanat piyasası, küresel piyasaların buluştuğu merkezlerde gelişiyor: Londra, New York, Paris, İstanbul gibi. Beyaz yakalıların sayısının artışı da bu konuda önem arz ediyor.
Ben 2000’li yıllardan sonra çağdaş eserler toplamaya başladım. Koleksiyonumda Mehmet Güleryüz, Fahrelnissa Zeid, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Abdurrahman Öztoprak, Canan Tolon gibi sanatçılar var. Gençler konusunda ise çok geri kaldım, işlerden dolayı da ilgilenemiyorum. Mesela video art diye bir sanat dalı çıktı, hiçbir bilgim yok. Yani o konuya maalesef henüz hakim değilim, belki zamanla ona da merakım oluşacaktır. Doğal olarak, bilimde olduğu gibi teknoloji sanata da yansıyor. Bu arada biraz fotoğrafa merak sarmaya başladım. Evde Drew Tal isimli çok önemli Amerikalı bir sanatçının fotoğrafları var.
Beni asıl cezbeden ise tarihi dokusu olan eski İstanbul resimleri. Nazım Ziya’nın, Halil Paşa’nın resimlerindeki tarihi gerçeklik hoşuma gidiyor. Fahrelnissa Zeid’i çok beğeniyorum, çeşitli portreleri var elimde. Buradaki ofisimde daha klasik eserler, evimde ise daha modern tabloları sergiliyorum. Halife Abdülmecit’i çok beğeniyorum, pek çok sanatçıyı destekleyip yurt dışına göndermiş, mesela Avni Lifij’i Fransa’ya gönderen kendisi. İzzet Ziya, Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu da çok hoşuma gidiyor. Ayrıca koleksiyonumda bir Hale Asaf var, kendisi çok genç yaşta ölen bir sanatçımız. Bilinen 25-30 tane eseri var ve onlardan bir tanesine de ben sahibim.
Bundan 4-5 sene evvel kendi koleksiyonumu bir kitap haline getirdim. Rezan Has Müzesi’nde bir sergi yaptık. Onun dışında birkaç tane daha güneş görmemiş koleksiyonu sergi haline getirdik, İbrahim İper koleksiyonu gibi.
Zaten, geçmişine sahip çıkmayan toplumlar geleceğini yaratamaz. Ancak çocuklarımın klasik eserlere pek ilgisi yok, bugünkü gençler biraz daha çağdaş eserleri seviyorlar. “Yine evimizi müze haline getirme baba” diyorlar, onun için biraz daha 60’lara, 70’lere uyacak tarzda bir mekan hazırladık Zorlu’daki evde.
Biz 1992 yılına kadar Mercedes’in Türkiye’deki dağıtıcılarından bir tanesi ve Türkiye’deki Mercedes fabrikasının ortağıydık. Ben yurt dışında tahsildeyken ilk arabam 280 SL eski bir Mercedes’ti. Herkes yeni arabalara merak salmışken benim bu yönde bir ilgim vardı. Dikkat ederseniz koleksiyonumdaki tüm küçük arabalar da Mercedes’in eski modelleridir ve hepsi belli adette üretilmiştir. Şimdi bunların hiçbirini bulamazsınız. Ben yurt dışına gidince yeni bir şey çıktıysa muhakkak toplarım. Mesela ben Mercedes’in yönetim kurulundayken ilk üretilen Mercedes’in el yapımı oyuncağı hediye edilmişti bana.
Ben antika otomobil koleksiyoneri değilim ama birkaç tane eski otomobilim var. İmkanım oldukça hafta sonları onlarla geziyorum ama İstanbul’da o arabaları fazla dışarı bırakamıyorsunuz.
Yine küçükken, küçük askerlerle oynamayı çok severdim, burada tüm Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Osmanlı figürleri var.
Evet, birkaç tane hat sanat eseri var. Bu bir şiir; aslında onları daha çok dekoratif amaçlı kullanıyorum.
Ben koleksiyonerliğe başladığım zaman koleksiyonerlik yatırımdan ziyade bir prestij meselesiydi.
Ben koleksiyonerliğe başladığım zaman koleksiyonerlik yatırımdan ziyade bir prestij meselesiydi. 1995 yıllarında, borsanın da İstanbul’da hareketlenmesinden faydalanıp gelir elde eden kişiler de bu imkanlarını sanata yatırmaya başladılar. Bu sayede sanata ayrı bir grup daha yatırım yapıyor oldu. 80’lerde ise böyle bir düşünce yoktu. Özal dönemiyle dışarı açılım başladı, iş adamlarımız yurt dışına gittiklerinde, pek çok şeyle beraber, yabancı iş adamlarının evlerinde sanat eserleri topladıklarını da keşfettiler. Bunun bir prestij göstergesi olduğunu gördüklerinde, 80’li yıllarda, Türk iş adamları da sanata ilgi duymaya başladı. Bunların sayısı gün geçtikçe arttı ve bugün tahminen 700-1000 arasında bir koleksiyoner kitlesine ulaşmış durumdayız.
Ne kadar iyi yatırım olursa olsun, hoşlanmadığım, seyredemediğim bir eseri satın almam. Artık hiç bir iyi koleksiyoner aldığı bir eserin bir zaman sonraki ederini düşünerek eser sahibi olmaz. Ancak, dediğim gibi 95’li yıllardan sonra çeşitli finans kaynaklarından para kazanan kişiler bu kazançlarını sanata yatırım yaparak katlama yoluna gittiler. Öncesinde ise böyle bir şey söz konusu değildi.
Bir toplumu güzelleştiren, oranın insanlarıdır. İnsanların güzelleşmesi için de eğitim ve kültür birikiminin olması şarttır.
Sanat, sanat, sanat diyorum! Çünkü bir toplumu güzelleştiren, oranın insanlarıdır. Ne kadar gökdelen dikerseniz, AVM açarsanız açın, o toplumu güzelleştiren insanlardır. İnsanların güzelleşmesi için de eğitim ve kültür birikiminin olması şarttır.
Röportaj: Yasemin Elçi