Select Language EN / TR
Murat Abbas

Murat Abbas

Zorlu PSM Genel Müdürü, Plak Koleksiyoneri

“Plak bir emtia değil, hayatın her anında tutkuyla dinlenen bir araç olmalı.”

02 Ağustos 2017

Murat Abbas hem başarılı bir yönetici, hem de eşine az rastlanır bir müziksever. Zaman içinde denetim-finans kariyerini bir kenara bırakıp müzik tutkusu için çalışmayı seçmiş ve bu alanda kendini geliştirmeye, olağanüstü birikimini farklı platformlarda paylaşmaya devam ediyor. Abbas ile plakların büyülü dünyasında derin ve dopdolu bir söyleşiye daldık.

 

Müzik tutkunuz hayatınızın hangi döneminde, nasıl başladı? Müzik zevkiniz zaman içinde nasıl değişti?

  

Müziğe meraklı bir aileden geldiğim için müziğin içinde, 70’li, 80’li yıllarda Türkçe müzikle büyüdüm. Ortaokul ile birlikte, TRT Radyo’nun güzel programlarının da sayesinde zevkim evrilmeye başladı. Müzik bilgim Sebla Özveren’in Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri saat 17.12’de TRT 3’te yayınlanan programıyla oluştu. 22.12’de de Engin Arman’ın programları vardı. Açıkçası TRT Radyo, müzik zevkimi şekillendiren en önemli kurumlardan biri oldu. Gençlik yıllarım Amerika’dan kopup gelen Grunge ve İngiltere, Manchester kaynaklı Madchester ile geçti. Bir zamanlar çoğumuzun olduğu gibi Metalci bir dönem de yaşadım. Halen zevkle dinlerim.

 

Zaman içinde denetim ve finans kariyerinizi bırakıp radyoculuk, DJ’lik ve müzik yazarlığı gibi alanlara girdiniz; hepsini de başarıyla yürüttünüz. Bu maceranızdan söz edelim mi?

 

Coopers & Lybrand, şimdiki PricewaterhouseCoopers’da bir denetim geçmişim var. Orada müziğe en meraklı kişi olarak ev ve ofis partilerinin sorumlusu oldum; DJ’lik maceram böyle başladı. Partiler zamanla radyo programlarına evrildi; Radio Cool’da haftada iki saat dans/elektronik müzik programı yapmaya başladım. İlk mekan DJ’lik deneyimim de bu radyonun Taksim Twenty’de gerçekleşen bir partisinde oldu. Sonra radyoculuk yoğunlaştı: FG, Radio Cosmos, Radyo Eksen, Radyo Babylon’da programlar yaptım. Hardcore DJ’liğe de başladım. 1999’un sonunda Babylon Asmalımescit’te ilk 80’ler partimizi yaptık ve aylık olarak devam etmesi istendi. ‘Oldies But Goldies’ ismini ben koydum. On yedi sezon ile dünyada bu kadar uzun süredir yapılan tek parti. Öte yandan müzik yazarlığı da radyoculuk ve DJ’liği takip etti; Zip İstanbul dergisinin editörlüğü, İKSV’nin ‘istanbuldostlari.org’ portalında müzik bölümü editörlüğü, Vatan Gazetesi’nde müzik yazarlığı, Trendsetter’da müzik editörlüğü gibi görevler aldım. 2001’de de profesyonel hayatımı tamamen bırakıp müzik sektörüne geçtim. Dinamo FM’de programcılık ve Radar Live festivalleri ile MTV Türkiye’de etkinlik yönetiminin ardından, 2009’da Ahmet Uluğ’un teklifiyle Babylon/Pozitif’te çalışmaya başladım. Rock’n’Coke, Mono, Istanbul Calling gibi önemli festivaller, Rihanna’dan Iron Maiden’a uzanan stadyum konserleri düzenledik. 2014 yılında Zorlu PSM’ye geçtim ve buradaki Genel Müdürlük görevimi üç yıldır sürdürüyorum. 

 

Her müziksever için yeri ayrı olan bazı müzisyenler vardır. Sizin için hangileri ön planda?

 

Zor bir soru; çok isim var. Ama yabancılardan The Cure’un çok büyük fanatiğiyim. Gençliğim onlarla geçti. İlk kez 1981’de dinledim ve vuruldum. Elimde bütün albümleri, single’ları var ve yakaladığım her yerde konserlerine gidiyorum. David Bowie ve Patti Smith’i de sayabilirim. Yerlilerden MFÖ’yü çok seviyorum; Selda Bağcan, Cem Karaca, Barış Manço, Erkan Oğur... Yenilerden de Duman, Athena, Mor ve Ötesi gibi isimleri beğeniyorum. Ama müzik zevkimin geneli ağırlıklı olarak yabancı. 

 

Koleksiyonda hangi müzik türlerine yer veriyorsunuz? Belli dönemleri, türleri ya da sanatçıları mı kapsıyor?

 

Aslında birçok farklı parametreden söz edebilirim. The Cure ve Patti Smith gibi diskografisinin tamamını toplamayı hedeflediğim isimler var. Sevdiğim veya sevmediğim, belli başlı önemli sanatçıların bütün plaklarını toplamaya gayret ediyorum. Dönem olarak bakacak olursak 80’li yılların müziklerini çok seviyorum. Hayatta en büyük korkumdu bir gün 80’ler dinlemekten sıkılmak ve çalmaktan bıkmak. Hiç öyle bir şey olmadı. İşyerinde bile fırsat buldukça internetten 80s radyoları dinliyorum. O dönemin plaklarını toplamayı da çok seviyorum. Ayrıca çok iyi bir elektronik müzik arşivim var; bu konuda çok iddialıyım. Türkiye’de bu türde, bu kapsamda arşiv toplayan başka biri daha olduğunu sanmıyorum; yurtdışında da nadide bir koleksiyon. Alternative/Indie türünde de iyi bir arşive sahibim. 90’lar, Soul, Funk, Jazz... Klasik müziğe son beş, altı yıldır ağırlık vermeye ve yavaş yavaş iddialı bir hale gelmeye başladım. Bunun dışında bir kriterim yok; sevdiğim müzikleri dinlemeye ve toplamaya çalışıyorum.

 

İlk aldığınız plağı hatırlıyor musunuz?

  

Plağı değil ama CD’yi hatırlıyorum. Steve Reich’ın bir CD’siydi.

 

En nadide plağınız?

 

The Cure’un Disintegration albümü 1989’dan beri hayatımdaki bir numaralı albüm. Yıllarca bir gün bu albümü dinlemekten sıkılmaktan korkarak yaşadım. Çok sık dinliyorum; elim hep bu albüme gidiyor. Beni Mars’a gönderseler ve yanıma yalnızca bir tane plak almama izin verseler, alacağım Disintegration olurdu.

 

Koleksiyonda kaç tane albüm bulunuyor?

 

6000’in üzerinde albüm var.

 

Ailenin bir plak koleksiyonu var mıydı? Yoksa sıfırdan mı başladınız?

  

Plağın plak olduğu zamanlar değerini bilemedim ne yazık ki. Ablamlardan gelen ciddi bir Türkçe müzik arşivi vardı; bir şekilde yok oldu. Şimdi özellikle Türkçe müzik o kadar değerli bir hale geldi ki...

 

Issız Adam filmiyle birlikte moda oldu sanki...

  

Türkiye’de kesinlikle öyle. O filmden sonra başlayan furya hala dinmedi. Ne yazık ki Türkçe plak piyasası biraz da kirli; değerinin çok üzerinde fiyatlara satışlar oluyor ve bazen, karşınıza çok aradığınız bir şey çıkınca bu fiyatlara razı olabiliyorsunuz...

 

“Ne yazık ki Türkçe plak piyasası biraz da kirli; değerinin çok üzerinde fiyatlara satışlar oluyor ve bazen çok aradığınız bir şey karşınıza çıkınca bu fiyatlara razı olabiliyorsunuz.”

 

 

Türkiye’de plak koleksiyonculuğuna dair kulüp, dernek vb oluşumlar var mı?

 

Benim bildiğim bir dernek yok ama Facebook üzerinde çok fazla plak grubu var. Birkaç tanesine üyeyim. İnstagram’da da takip edilen bazı kanallar var.

 

Plaklarınızı nerelerden alıyorsunuz?

  

Çok çeşitli mecralar var; yerli ve yabancı plak mecraları birbirinden farklı. Türkçe müzikte belli başlı satıcı kişiler var. Facebook üzerinde birçok plak grubuna üye olup mezatlara katılabilirsiniz. Ayrıca haftasonları Feriköy’de bir plak pazarı kuruluyor. Anadolu’da bazı evlerden plaklar çıkıyor; ihtiyaçtan ötürü ve değeriyle ilgili bilgileri olmadığından çok uygun fiyatlara satabiliyorlar. Birtakım kişiler de bunları alıp mezata çıkarıyor. Ciddi bir ticaret haline geldi; Türkçe plak müzik zevki olmaktan çıkıp iyice metalaştı. Bazı kişiler parası varken her şeyi topluyor ve plakların değerini astronomik yerlere çekiyor. Plağın müzikal hiyakesinin hiçbir değeri yok böyle kişiler için. Yurtdışından söz etmek gerekirse, Türkiye’de PayPal’ın yasaklanması koleksiyoncuların işini epeyce zorlaştırdı; şimdi ancak yurtdışına çıktığımda plak dükkanlarından yararlanmaya çalışıyorum. Tokyo’dan Reykjavik’e, Avrupa’dan Amerika’ya dünyanın hemen her yerinde çoğu plakçıyı gezdim. Bir de plak fuarlarına gidiyorum. Bazen ek bagaj ücreti ödeyerek, bazen uçuş biletimi upgrade ederek ciddi maliyetlere katlandığım oluyor sadece plak taşımak için. Bu bir hastalık... Ayrıca ciddi miktarda plak kitabı alıyorum ve plak dergilerini takip ediyorum.

 

Düzenli olarak takip ettiğiniz en önemli fuarlar hangileri?

 

İngiltere ve Hollanda’da çok ciddi fuarlar düzenleniyor. Köln’deki fuarları da tavsiye ederim. Ancak dünyanın en önemli plak fuarı Utrecht’te, Nisan ve Kasım ortasında olmak üzere yılda iki kez yapılıyor. Her yıl gidiyorum. Dünyanın dört bir yanından dört yüz, dört yüz elli bin plağın tek çatı altında toplandığı gerçek bir çılgınlık. Resmi olarak iki gün sürse de meraklıları bir gün önceden gidip, fuar halka açılmadan daha yüksek fiyatlara alım yapabiliyorlar. Gerçek bir savaş alanı, çok gergin bir ortam. Bu çok garip bir tutku; fuara beraber giderseniz en iyi arkadaşınızla aranız bozulabilir. O kadar plağın içinde ‘en iyi plak hep yan kutudadır’ psikolojisine giriyorsunuz. Yanınızdaki kutuya bakan kişi için ‘bir an önce gitse de o kutuya ben baksam’ diye düşünüyorsunuz. İlk gittiğimde çoğunluğun parmaklarında sarılı yara bantlarının nedenini anlamamıştım. Birine sordum; günün sonunda anlayacağımı söyledi. Günün sonunda parmaklarım gerçekten de kanıyordu; bu eyleme ‘digging’ deniyor ve parmakları paramparça ediyor. İkinci gün ve sonraki yıllarda, fuara parmaklarımı önceden sararak gittim.

 

Ziyaretçi profili nasıl?

 

Dünyanın her yerinden... Japonya, Brezilya, Hindistan... Tek bir 45’liğin peşinde koşanlar, yanında pikabıyla gelip plağı dinleyerek alanlar, son anda plağı satmaktan vazgeçen satıcılar, kavga edenler... Çok ilginç hikayeler yaşanıyor ve ciddi paralar sözkonusu. Örneğin Sex Pistols’ın God Save the Queen 45’liği gözümün önünde 19,000 pounda satıldı. Eğer plak merakınız varsa bu fuarı mutlaka deneyimlemelisiniz. Orada birçok alıcı ya da satıcıyla tanışıp iletişimi sürdürüyorsunuz. En keyifli ritüellerden biri de akşamüstü diğer alıcılarla bir yere oturup aldığınız plaklara bakmak, kim neyi kaça almış diye birbirine sormak...

 

“Tokyo’dan Reykjavik’e, Avrupa’dan Amerika’ya dünyanın hemen her yerinden çoğu plakçıyı gezdim. Bir de plak fuarlarına gidiyorum. Bazen ek bagaj ücreti ödeyerek, bazen uçuş biletimi upgrade ederek ciddi maliyetlere katlandığım oluyor sadece plak taşımak için. Bu bir hastalık.”
Murat Abbas Murat Abbas Murat Abbas
“Beni Mars’a gönderseler ve yanıma yalnızca bir tane plak almama izin verseler, alacağım The Cure’un Disintegration albümü olurdu.”

Plak denince akla önce hangi şehirler gelmeli? Plak meraklıları nerelere gitmeli?

 

Bu konuda akla Londra, New York gibi klişe isimler gelir; çok da iyi yerlerdir. Ancak bence bir numaralı yer Hamburg. Plak dükkanlarının sayısı da çok, ihtisaslaşmış dükkanların da. Berlin, Londra, Amsterdam ve New York, Hamburg’u takip eder. Bir de dünyanın her yerinde bulamayabileceğiniz plaklar için Reykjavik ve Tokyo’yu öneririm. Bu şehirler dünya genelinden farklı bir birikime sahip.

 

Plak müzesi diye bir kavram var mı?

 

Bildiğim kadarıyla dünyada plak müzesi yok.

 

Beğeniyle takip ettiğiniz koleksiyonlar?

 

Plak meraklısı için almanın, dinlemenin sonu yok; ne kadar alsanız da yetmiyor. Dünya çapında bazı koleksiyonerleri internetten gıpta ile takip ediyorum. Mesela Hollandalı, yirmi yıllık bir DJ olan ve Amsterdam Loveland festivalini düzenleyen bir koleksiyoner var; yirmi bin plaklık çok iyi bir arşivi var. Evlenirken eşiyle yaptığı anlaşma uyarınca beş bin plağı evine getiriyor; diğer on beş bin plak başka bir evde duruyor. Türkiye’den isim vermek gerekirse Zihni Müzik, hem sayı hem de derinlik anlamında en büyük arşive sahip.

 

Peki sizce amacı yalnızca kazanç elde etmek olan ve müzikle ilgilenmeyen kişiler neden plak toplamaya yöneliyorlar? Daha karlı olabilecek başka bir alanda koleksiyonculuk yapmayı neden tercih etmiyorlar?

 

Bu plak furyası sadece Türkiye’de başlamadı; yurtdışında da moda oldu. Kapanan plak fabrikaları yıllar sonra yeniden açılmaya çalışılıyor. Sony gibi dev bir firma Japonya’da plak fabrikası açmaya hazırlanıyor. Siz sanatçı olarak plak çıkarmak istediğinizde dünyada çok az sayıdaki birkaç fabrikaya gitmeniz gerekiyor ve sıraya giriyorsunuz. Albümünüzün plak formatının çıkması üç, dört ay sürüyor... Dolayısıyla bir prestij boyutu da var.

 

Bu hem Vintage akımının bir parçası, hem de dijital yerine analog ses kalitesine duyulan özlemin bir sonucu gibi geliyor bana...

 

Kısmen öyle, ama yurtdışından ilginç, başka bir araştırma bulgusu elde edilmiş. Satılan plak adediyle pikap adedi karşılaştırıldığında, evde pikabı olmayan insanların da bir arzu nesnesi olarak evlerinde plak bulundurduğu ortaya çıkmış. Kafede otururken elinde plak tutmak cool bir hareket örneğin; İnstagram’a koymak, arkadaşlara göstermek... Dolayısıyla sadece ses kalitesi ile açıklayamıyoruz; zaten ses kalitesine takıntılı insanlar bizim gibi, bu işin meraklıları.

 

Zaten son birkaç yıldır yeni albümleri de LP olarak, hatta USB girişli pikaplarla birlikte raflarda görmeye başladık...

 

Bu da oldukça çetrefilli bir konu. Yeni basım dediğimiz plakların bir bölümü dijitalden plağa dönüştürülen kayıtlar. Özellikle 90’lı yıllarda CD formatı hakimken çok az albümün plağı basıldı. 90’larda çıkan Jazz hariç hemen her türün albümlerinin yeni basımlarının çoğu CD’den uyarlama. Başka bir deyişle, ses aslında analog değil. Birçok yeni takipçi bunun farkında değil. Eski tarihli plakların çok büyük bölümüyse analog basım; bu yüzden 70’ler ve 80’lerin ilk basım plakları daha değerli. Bir de her plak basımının ses kalitesi çok iyi olacak diye bir koşul yok. Kalite farkları oluyor. Öte yandan pikap teknolojisi açısından bakarsak, plak dinleyicisi hiçbir zaman USB’li bir pikaptan müzik dinlemez. Zaten plak dinlemek için aldınız. Neden dijitale aktarasınız? Hala eski fabrika ürünü, mesela efsanevi Technics 1210 gibi otuz, kırk yıllık pikaplar kullanılır. Ama günün sonunda bu kadar yeni plak basılıyor ve pikap üretiliyor olması güzel bir şey; ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar mutluluk verici.

 

  “PayPal’ın yasaklanmasının benim için tek avantajı kendimi dizginlemem oldu; artık kontrolden çıkmıştım. Dünyanın her yerindeki her plağı oturduğunuz yerden satın alabiliyorsunuz; çok tehlikeli!”

 

Koleksiyonunuzu nasıl arşivliyorsunuz?

 

Bununla ilgili birçok telefon aplikasyonu var. Eşim bütün arşivimi bu tür bir envantere girdi. Artık koleksiyondaki her şeyi aklımda tutamadığımdan mükerrer alım yapma ya da bende var zannedip olmayan bir plağı almama riski ortaya çıkıyor. Telefondan envantere giriş yapıp kontrol ederek bu sorunu çözebiliyorum.

 

Plaklara konservasyon, restorasyon yapılabiliyor mu?

 

Plakta derin bir çizik türünde bir hasar varsa bunun tamir olanağı ne yazık ki yok. Ama özellikle eski albümlerdeki çıtırtı dediğimiz efekti gidermek mümkün. Yurtdışında bazı özel solüsyonlar yardımıyla plak yıkayan aletler var; evinize de alabiliyorsunuz. İstanbul’da da bu işlemi yapabilen bir yer var; bu işlem çıtırtıyı yüzde yetmiş oranında azaltabiliyor.

 

Bu tür hasarlar plağın değerini etkiliyor mu?

 

Tabii. İnternetten de satın alsanız, plakların üzerinde kondisyon kodları bulunur. Açılmamış (mint), açık ama açılmamışa yakın (near-mint), very good, good plus, excellent gibi kategorileri vardır. Hem kapağın, hem de plağın kendisinin kondisyonu ayrı ayrı kodlanır. Kapak-7, kondisyon-8 gibi on üzerinden rating de verilebilir. Örneğin aynı basım, aynı dönem plak olmasına rağmen, Fikret Kızılok’un Zaman Zaman plağı için sadece bu çıtırtı ve çizikler nedeniyle iki hafta içinde 1300 ile 2000 TL arasında değişen dört farklı fiyat teklifi geldi. Bir tanesini de satın aldım.

 

Plağın taklidi, korsanı, sahtesi yapılabiliyor mu?

 

Kopya CD gibi kopya plak yapmak pek mümkün değil; Türkiye’de plak zaten basılmıyor. Yurtdışında ise korsan baskı yapan yerler var. Ama takipçileri onları zaten anlıyorlar. Zaman içinde bütün incelikleri öğreniyorsunuz. Kısacası korsan plak diye bir şey yok diyebilirim.

 

Plak dışında CD topladığınızdan söz ettiniz...

 

CD hayatıma 90’larla birlikte girdi. 3500-4000 adet’lik bir arşivim var. 2000’li yılların başında bu biriktirme hali plak biriktirmeye dönüştü. CD’si olan albümlerin de plağını almaya başladım. Yalnız o noktada bir yandan CD’sine sahip olduğunuz plakları toplamak, diğer yandan yeni çıkan albümleri plak olarak almak gibi bir açmaz var. Zaman, emek, tutku ve bütçe işi. Artık çok fazla CD satın almıyorum. Jazz’da ve compilation türü albümlerde hala CD egemen; çünkü plağı nadiren basılıyor.

 

Enstrüman çalıyor musunuz ya da beste yapıyor musunuz?

 

Enstrüman öğrenmeye ne yazık ki fırsat bulamadım. Ama benim için hiçbir zaman geç kalınmış değil. Bir fırsat yaratıp işin üretim tarafına da mutlaka gireceğim. Çevrem de zaten bekliyor bunu.

 

  “‘Plak bağışlamak’ denince bile ürperiyorum; yaşarken plaklarımdan ayrılma fikri... Öyle bir şey mümkün değil. İleride bir çocuğum ya da çocuklarım olursa plak tutkumu mutlaka onlara da aktarmak isterim.”

 

Plak toplamak isteyenlere önerileriniz?

 

Plak bir emtia değil, hayatın her anında tutkuyla dinlenen bir araç olmalı. Dolayısıyla ilk önce müziğin hayatlarında çok önemli bir yere oturması, müziği sevmeleri gerekir. Plakla müziğin ayrışmaması gerekir. Sonrasında internet siteleri, kitapları, dergileri takip etmeliler. Record Collector çok önemli bir mecra örneğin. İnternette discogs.com çok önemli bir site. Duyduğum kadarıyla PayPal sorunu bir buçuk yıl içinde ortadan kalkacak ve bu siteden yararlanmaya devam edebileceğiz. PayPal’ın yasaklanmasının benim için tek avantajı kendimi dizginlemem oldu; artık kontrolden çıkmıştım. Dünyanın her yerindeki her plağı oturduğunuz yerden satın alabiliyorsunuz; çok tehlikeli!

 

Peki Türkiye için?

 

Zihni Müzik’e gitmeliler. Kontra Records, Plakhane, Groove Müzik gibi birkaç dükkanı takip ettikleri takdirde o dükkanların sahipleriyle geliştirecekleri ilişkiler sayesinde daha bilinçli alış-veriş yapabilirler. Bütçelerine mutlaka dikkat etmeliler; bütçezede bir koleksiyoner olarak bunu öneririm. Hollanda’daki fuara ilk gittiğimde bir plak dükkanı bana, cebime sabit bir bütçe koymamı ve sonra asla ve asla ATM’den para çekmeye başlamamamı söylemişti. Bir de eski baskı, analog kayıtları toplamalarını tavsiye ederim. Az önce anlattığım gibi 90’ların albümlerini alacaklarsa özellikle yeni basımlarda dikkatli olmalılar.

 

Koleksiyonunuzu başkalarıyla paylaşıyor musunuz? Hiç sergilediniz mi? Ya da DJ set yaptınız mı?

 

Yekta Kopan, Kanat Atkaya, Görgün Taner ve benden oluşan küçük bir grubumuz var. İki, üç ayda bir birimizin evinde toplanıp plak gecesi yapıyoruz. Dört, beş saat boyunca yalnızca plak dinleyip müzik konuşuyoruz. Zaman zaman birbirimize hava atıyoruz. Bir de İnstagram’da uzun yıllar boyunca hiç aksatmadan yaptığım, 2015’ten sonraysa biraz sekteye uğrayan bir seri var; her sabah ‘bugün böyle uyandım’ adlı bir seçki koyup, o sabahki ruh halimi plaklar üzerinden ifade ediyorum. Bazen bu seride, getireceğimiz bir grup ya da konserle ilgili teaserlar paylaşıyorum. Takipçiler oradan bazı ipuçları yakalayabiliyor. Eskiden DJ setler plak üzerineydi; kollarımız o plakları taşırken sakatlanırdı. Dijital devrimle birlikte bu da bitti.

 

İleride koleksiyonunuzu nasıl değerlendirmek istersiniz? Bağışlamayı düşünür müsünüz?

 

‘Plak bağışlamak’ denince bile ürperiyorum; yaşarken plaklarımdan ayrılma fikri... Öyle bir şey mümkün değil. İleride bir çocuğum ya da çocuklarım olursa plak tutkumu mutlaka onlara da aktarmak isterim.

 

 

 

Bu röportaj, TEB Özel için Art50.net adına İpek Yeğinsü tarafından gerçekleştirilmiştir.

Murat Abbas, plak koleksiyonundan bir kesit ile
1/13
The Veils’in Abbas için imzaladığı Time Stays, We Go albümü
2/13
Koleksiyondan genel görünüm
3/13
Koleksiyondan genel görünüm
4/13
Koleksiyondan genel görünüm
5/13
The Cure’dan Disintegration, Abbas’ın Mars’a giderken yanına alacağı tek albüm
6/13
Koleksiyondan genel görünüm
7/13
Patti Smith’in Abbas için imzaladığı Horses albümü
8/13
Murat Abbas, Iron Maiden’ın kendisi için imzaladığı Seventh Son of a Seventh Son albümü ile
9/13
10/13
Elektronik müzik grubu Moderat’ın Abbas için imzaladığı III no’lu albümü Album III by Moderat, the electronic music band, autographed for Abbas
11/13
Mazhar Fuat Özkan, Ele Güne Karşı Yapayalnız
12/13
Fikret Kızılok, Zaman Zaman
13/13